BÖLÜM V

Değer Yasasının Yansımaları

Marksist değer yasasının hiç kuşkusuz üzerinde en çok durulan tezlerinden biri, özel birer meta niteliğinde olan emek ve işgücü ile ilgili olanlarıdır. K. Marx bununla ilgili görüşlerini ilk defa 1947’de Alman İşçileri Birliği içinde verdiği konferanslarda dile getirir. Daha sonra Ücretli Emek ve Sermaye [1], adlı eserinde bir araya getirilen ve Marksist değer yasasının ayırt edici kavramları olan emek değeri ve işgücü değeri konusunda K. Marx görüşlerini daha sonraki eserleri Grundrisse (1857 – 1861), Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (1859) ve Kapital (1867) ile geliştirecektir.

Mümkün olduğu kadar basit ve herkesin anlayacağı bir yaklaşımla kaleme alınmış bu konferans notları, F. Engels’in gözden geçirmesi ile temel bir başvuru kaynağı niteliği kazanmış olduğu gibi, aynı zamanda emeğin üretim süreci içinde yer alışını çok özlü bir biçimde aktarmaktadır.

Marksist değer yasası içinde yer alan emek değeri ve işgücü değeri kavramları, bütün ekonomi politiğin belkemiğini oluşturur. Burada esas olarak fabrikatörün işçilerin emeğini satın aldığı inancının yanlış olduğu, işçinin kapitaliste ücreti karşılığında sattığı şeyin emek değil, işgücü olduğu söylenmektedir. Klasik ekonomi politiğin yanılgısı bununla da kalmaz. Klasik ekonomi, öteden beri, bir malın değerinin, onun içerdiği ve üretimi için gerekli emekle belirlenir, demektedir. Ama bunun doğru olmadığı, bu tanımlamanın bir meta niteliğinde olan emeğin değeri için uygulanmaya kalkışıldığında anlaşılacaktır. F. Engels, K. Marx’ın eserine yazdığı önsözde bunu şu şekilde tanımlamaktadır:

“Eğer emek, bütün değerlerin ölçüsü ise, emeğin değerini ancak emekle anlatabiliriz. Bütün bilgimiz, sadece bir saatlik emeğin bir saatlik emeğe eşit olduğunu bilmekten ibaretse, bir saatlik emeğin değeri hakkında hiçbir şey bilmiyoruz demektir… bu bizi amacımıza bir milim bile yaklaştırmaz...”

Klasik ekonomistler bu tanımlamanın eksik olduğunu bir zaman sonra anlamışlardır, demektedir F. Engels. Daha sonra klasik ekonomi, işin sırrını çözmek için bir başka yol dener. “Bir malın değeri üretim masraflarına eşittir” tanımlaması yapılır. Buna göre, emeğin değeri, onun üretim masraflarına eşit olmalıdır. Bu masraflar ise ortaya konabilir. Zamana veya yerine göre değişse, bile en azından veri koşular altında bu değer tanımlanabilir nitelik taşıyor olmalıdır.

Ama değerin üretim masraflarına eşit olması da durumu açıklığa kavuşturur nitelikte görünmemektedir. F. Engels, bunu bir örnekle açıklar: Bir malın hammadde, vs. girdi maliyeti 20 mark, bir günlük ücreti 3 mark (söz konusu olan malın işçilik maliyeti 1 adam-gün varsayımı ile), üretim araçlarının yıpranma payı ise 1 mark olsun. Bu malın değeri bu üç girdinin toplamı olan 24 mark olması gerekirken, kapitalist bu malı müşterilerine 27 marktan satabilmektedir. Yani, yaptığı masraflara karşılık fazladan 3 mark kazanmaktadır.

Konuya biraz daha yakından bakıldığında, 27 marka satılan (27 marklık değeri olan) bu malın içinde, 21 mark, işçinin çalışmaya başlamadan önce var olan malın değerini gösterir: 20 mark hammadde için, 1 mark makinelerin yıpranması için. Geriye 6 mark kalıyor. Demekki işçi, bu malın içine 6 mark değerinde bir katkı kapmaktadır. Bu işçinin emeğinden başka bir yerden geliyor olamaz. İşte, artık emeğin değerinin ne olduğu keşfedilmiştir! Ne de olsa, üretim sürecine katılan üç faktörden ikisi, yani hammadde ile makineler (yıpranma karşılığı olarak) kendilerine düşen payı almışlardır (20 mark ve 1 mark). O halde işçiye malın değeri olan 27 mark fiyattan geriye kalan 6 mark düşecektir.

Heyhat! Patron işçiye sadece 3 mark öder. İşçinin bir günlük emeği karşılık 6 mark değer yaratılmıştır. Bunun 3 markını işçiye ödemekte, 3 markını da cebine indirmektedir. Demek ki emeğin ikili bir değeri vardır. Biri 6 mark, diğeri 3 mark.

Ama bu olabilir mi? Emek her 6 mark, hem 3 marka eşit olabilir mi? Yukarıda verilen hesaplamalarda bir hata yok. Malın değeri 27 mark. Müşteri malın ederini ödemektedir ve bunda hiçbir şaşırtmaca yoktur. Mala katılan emeğin değeri 6 mark etmektedir. 6 mark karşılığındaki değer, gökten zembille inmemiş, emeğin değeri olarak ürüne girmiştir. Ama sarf ettiği emek karşılığında işçiye 6 değil, senin emeğinin karşılığı bu kadardır diye işçiye sadece 3 mark ödenmektedir.

Klasik ekonomi, bu durumu açıklayamamaktadır. Değer konusunda bu çıkmazı ortadan kaldıran, Marksist değer yasası olmuştur. Klasik ekonominin değer tanımına göre, bir malın değeri onun üretimi için gerekli masraflara eşittir. İlkinde olduğu gibi, klasik ekonominin getirdiği bu tanımlama da yanlıştır. O halde malların değeri için yeni bir tanımlama yapmak gereği vardır.

Klasik ekonominin “emeğin” üretim masrafları dedikleri emeğin değil, fakat bizzat et ve kemik olarak yaşayan işçinin üretim masraflarıdır, yani onun “işgücü”dür. İşçinin kapitaliste sattığı da emek değil, ama işgücüdür.

Şimdi işçinin işgücünü kullanarak yukarıda verilen malı üretme amacıyla emek yaratma sürecine kısaca bakmak gerekiyor: "Kapitalist, işçiyi işe aldıktan sonra onu bütün hammadde ve makinelerin bulunduğu fabrikaya götürür. İşçiyi burada bir gün boyunca çalıştırır. Bunun için 3 mark öder. İşçi gün sonunda, ürettiği mal içine bire bir işçinin emeğine karşılığında 6 mark değer katar. Bunun karşılığında 3 mark kendine ayırır, 3 mark işçiye öder. Bir başka deyişle, bir gün boyunca işçi, yarım gün kendisi için, yarım gün da patronu kapitalist için çalışmıştır.

Demek oluyor ki, işçinin kapitaliste pazarladığı mal niteliğinde de olsa, “emeğin değeri” için getirilecek tanımlamalarla malın değeri sorunu çözümlenemiyor. Çünkü esas olarak işçi, kapitaliste emeğini değil, işgücünü satar. Gerçekte işgücü de bugünkü kapitalist toplamdaki diğer mallar gibi bir maldır. Ama tamamen özel bir maldır. Onun özelliği, bir değer yaratması, bir değer kaynağı ve özellikle kendinde bulunan değerden fazlasını yaradan bir değer kaynağı olmasıdır.

İşgücü, sadece kendi değerinden daha büyük değer yaratmakla kalmaz, ama aynı zamanda işgücü, kazandığı nitelik ve yetkinlik ölçüsünde değer yaratma özelliği sürekli artar. Teknolojik gelişme ve işbölümünün artması ile paralel olarak yarattığı değer miktarı artar; bunun sonucunda günlük ücretinin eşdeğerini yarattığı süre azalırken, hiçbir karşılık almaksızın emeğini kapitalistin emrine vermek zorunda olduğu süre artar.

Kapitalist üretim tarzında işçinin emeği ve işçinin işgücü ile ilgili yaşanan süreç, aynı zamanda bir bütün olarak tüm kapitalist üretim sürecini tanımlamaktadır aynı zamanda. Üretim sürecine içine emeği ile giren işçi, bunun karşılında sadece “ücret” almaktadır. Ama toplumsal gelişme kesintisiz sürmektedir. Yeni teknolojik gelişmeler sonrasında emek verimliliği giderek artmakta, işçi bu süreç sonunda giderek daha fazla patron için çalışır hale gelmektedir. Bu süreçte yararlı çıkan taraf, kuralları koyan kapitalisttir. İşçinin emek üretkenliğinden pay alması, ancak kapitaliste karşı örgütlenip mücadele etmesi ile mümkündür. Zira işçinin iş akdi sonrasında alacağı ücret dışında ürettiği emek ve onun neması ile hiçbir talepte bulunması söz konusu olamaz. Bu değer, ne ölçüde büyük olursa olsun, işçinin bunun üzerinde hiçbir hakkı yoktur. Bunun sonucunda zaman içinde kapitalistin işçinin emeğinden daha fazla pay alması ve giderek sermayesini büyütmesi mümkün olmaktadır. Bu da kapitalistin giderecek zenginleşmesi ile sonuçlanırken, aynı ölçüde işçinin göreceli yoksulluğu artmaktadır.

Olumsuzlamanın Olumsuzlanması


K. Marx’ın, Marksist değer yasası ile bağlantılı görüşlerini toparladığı Grundrisse içinde dile getirdiği görüşlerin izlenmesi bir hayli ilginçtir. K. Marx özellikle konu ile ilgili kimi zaman elle tutulur kadar somut, ama aynı zamanda da tümüyle soyut terminoloji ve yaklaşım ile konuyu değerlendirmesi ilginçtir. Bu soyut ve ilginç yaklaşımlardan biri de, emeğin, sermayenin kendisi olumsuzlaması olduğu görüşüdür. K. Marx bunu üretim sürecinde bizlere sermayenin serüvenini çarpıcı biçimde anlatmak istemektedir. Sermaye kendini yeniden var edebilmek için, ilk önce kendini olumsuzlaması yanı başkalaşım sürecine girmelidir. Bu süreçte artık sermaye, sermaye olmaktan çıkan. Sermaye kendini emeğe dönüştürür.


Bunu K. Marx, Grundrisse içinde, Sermaye Emek Dönüşümü başlığı altında ele alıyor.[2] Buna göre, yeniden üretim sürecine katılabilmesi sermaye kendisi olumsuzlamalıdır. Bu süreçte artık sermaye, sermaye olmaktan çıkar. Sermaye kendini emeğe dönüştürür.

“Emek dahil tüm metalar” tanımlamasını yapar K. Marx. Emek-metanın özgün bir meta olduğu, kapitalist sistemde pazarlama konusu olmadığı, vs. biliyoruz. Ama bir ekonomik kategori olarak onun sıradan bir meta olması, kapitaliste olan maliyetinin (işgücü) ötesinde bir değere sahip olduğu, kapitalist üretim sürecinde bunun kapitalist tarafından el konulduğunu biliyoruz. Ama hala daha onun ayrıcalıklı meta olma özelliğinde kategorik olarak hala daha açık olmayan bir yön var.

Demek ki, emek, sermayenin olumsuzlanmış halidir. Bu, aynı zamanda belli bir özdeşlik anlamını taşımaktadır. Yeniden üretim sürecinde yaşanan yinelenen bir özdeşlik.
 
Bu özdeşliğin iki aşamada gerçekleştirildiğini söyler K. Marx:


(i) işçi, bir meta olarak bir kullanım değeri olan ve bütün diğer metalar gibi, belli bir mübadele aracı birimi cinsinden sermaye tarafından kendisine ödenen bir bedel karşılığında sahip olduğu emeğini satar.

(ii) Kapitalist, bundan sonra üretken emeğin değer yaratan faaliyetlerinin sonuçlarına el koyar; bir başka deyişle, sermayenin dönüşmüş olduğu ve sermayenin çoğalmasına ve artmasına yol açan üretim güçlerini eline geçirir, bu üretim güçleri tümüyle kapitaliste ait hale gelir.

Birinci aşamada, sermayenin kendini olumsuzlaması süreci gerçekleşir. Burada dikkate değer bir durum, F. Engels’in daha önce de belirtilen emek ve işgücü ayrımına ile ilgilidir. K. Marx bu ayrımı başından beri yapmış görünüyor; ama farklı bir yaklaşım ile. K. Marx burada, işçinin kapitaliste satabileceği ve kapitalistin de satın aldığı metanın emek olduğunu söylüyor. Bütün diğerlerinde olduğu gibi, bir meta olarak emek de ikili bir değere sahiptir: kullanım değeri, değişim değeri. Kullanım değeri, emek ve değişim değeri de işgücüne karşılık geliyor. Ama kuşkusuz, bu daha sonra karışıklığa yol açmaya gebedir. Zira K. Marx’ın kullanım değeri ve değişim değeri ile ilişkili değerlendirmeleri, onu, işçinin sahip olduğu metanın kullanım değerini satamayacağını ortaya koymuştur. Bunu yukarıda 2. bölümde şu şekilde tanımlamıştık: Nesnelerin değişimi – veya ileride anlatılacağı gibi, üretici ile tüketici arasında alış veriş konusu oluşturacak bir ölçü biriminin belirlenmesi – ancak onları kullanım değerlerinden soyutlama ile yapılabilir. Nesnelerin – metaların – değişiminde temel alınan ölçüt, onların kullanım değeri ile hiçbir biçimde ilişkili değildir.

Eğer, kullanım değerinin ölçülebilir olmuş olsaydı, gerçekte emek ve işgücü durumunda olduğu gibi, malın gerçek değeri ve onun piyasada kabul gören fiyatı arasındaki ilişkileri anlamak çok basitleşmiş olurdu. Ama öyle anlaşılıyor ki, değer kavramı, tek başına kullanılamaz. Bu bir basitleştirme olur. Ve muarızlarının ileri sürdüğü gibi, K. Marx’ın değer konusunda birden fazla tanımlama getirmesi onun anlaşılması için kaçınılmaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Burada da olduğu gibi, metaların biri hakiki değer (değer), diğeri itibarı değer (fiyat) gibi bir ayrıma tabi tutulması, belki daha anlaşılır gibi görünmesine karşın, doğru değildir. Başlangıçta K. Marx da yaygın kanaate göre emek ile ilgili böyle bir tanımlama yapmış görünüyor. Öyle ya, kapitalistin işçinin hakkını vermesi düşünülemez. Mutlaka onun hakkını yiyor olması gerekir. Kapitalist onun emeğinin ürünlerine sahip çıkıyor, el koşuyor, ama bunu yaparken kapitalist ekonominin mantığı içinde hakkaniyetle davranmaktadır.

Kapitalist İşçinin elindeki satabileceği meta olan işgücünün hakkını hem de peşin peşin vermektedir. Burada bir sömürü söz konusu değil. K. Marx’ın muarızlarının anlamadığı budur. Sömürü bundan sonra başlıyor. Şimdi bunun nasıl olduğunu, yukarıda belirtilen ikinci aşamaya biraz daha yakından bakılarak anlaşılabilir.

İkinci aşama, sermayenin olumsuzlanmasının olumsuzlanması olarak tanımlanabilir. Emek haline dönüşen sermaye, bu şekilde kendini yenileme sürecini tamamlamaktadır. Sermaye, bu şekilde kendini emeğe (canlı ve cansız emeğe) dönüştürerek olumsuzlaştırmaksızın adeta yeniden yaratmakta, ama işte sadece canlı emeğin değer yaratma özelliği sayesinde bu yeniden doğuş sürecinde büyüyerek yenileyebilmektedir.

Bu şekilde, emeğin sermaye dönüşümü sürecinde tüketildiği, ama diğer metalar gibi tüketilerek yok olmadığı, tersine sermayeye hayatiyet verdiği görüşülmektedir.

Malların Fiyatı
 
Bir malın fiyatını belirleyen unsurların başında, ilk planda alıcılar ile satıcılar arasındaki rekabet gelir. Satıcılar, fiyat ve kalite açısından mallarını müşterilerine benimsetmek için bir rekabet içine girerler. Bunun için kaliteyi artırmak ve fiyatlarını düşürmek isterler. Satıcılar arasındaki bu rekabet malların fiyatını düşüren bir etki yapar.


Öte yandan alıcılar arasında ta rekabet vardır. Bu rekabet, piyasada belirli bir mala olan talep ile bağlantılı olduğu kadar, o malın piyasaya arz düzeyi ile ilişkilidir. Alıcılar arasındaki rekabet, alıcı sayısının artması, satıcıların piyasaya daha düşük mal arz etmesi gibi temel etkenler yanı sıra, diğer birçok etmenler tarafından belirlenir. Bu bakımdan, alıcılar arasındaki bu rekabet malların fiyatını artıran bir etki yapar.

Satıcılar arasında malların fiyatını düşürmeye yönelik ve alıcılar arasındaki malların fiyatını artırmaya yönelik rekabet, bir taraftan sırasıyla malların fiyatlarının azalması ve artmasına yol açarken, aynı zamanda bu ikili etkinin tersine bir gelişmeye yol açar. Satıcı arasında rekabetin artması fiyatların azalmasına, o sektörde söz konusu mal için yapılan yatırımların karlılığının ve giderek yatırım düzeyi ve mal arzının azalmasına yol açar. Tersine, alıcılar arasındaki rekabetin artması, fiyatların artmasına, bu da o sektörde söz konusu mal için yapılan yatırımların karlılığının ve giderek yatırım düzeyi ve mal arzının artmasına yol açar. Bu ikili etki, bir arada satıcı ve alıcı arasındaki rekabetin etkilerini giderici rol oynayacaktır.

Kısaca, malların fiyatlarını belirlemeye matuf ilk etmen olan satıcılar ve alıcılar arasındaki rekabetin orta ve uzun vadede birbirini götürdüğü ve etkisinin giderek kaybolduğu söylenebilir.

En kestirme anlatımıyla, bir malın gerçek fiyatı, üretim masraflarının altında veya üstünde olabilir. Ancak bu yükselip alçalma eğilimi, genellikle birbirini götürür (sıfırlar) niteliktedir. Öyle ki, belirli bir dönem sonra bu alçalıp ve yükselmelerin etkilerinin giderek etkisizleştiği ve artık malların fiyatlarının üretim masrafları ile belirlendikleri görülür.

Fiyatların üretim masrafları ile belirlenmesi doğrudan bir etki ile ortaya çıkmaz. Burada esas olar ortalama üretim maliyetleridir. Bir başka deyişle, kimi zaman bir malın fiyatı, onun üretim masraflarının üzerinde olabilir. Ama bunun tersi de geçerlidir; kimi zaman malların fiyatı, onların ortalama maliyetlerinin altına düşebilir.

Fiyatların üretim masrafları ile belirlenişi, onların üretimi için gerekli emek süresi ile bağlantılıdır. Bu da yukarıda belirtildiği gibi, o malın içinde yer alan (i) hammaddeler ile alet ve makinenin yıpranması ve (ii) ölçüsü genellikle zaman olan emektir.

Emek Zamanı – Emek Parası
 
Son olarak bu kapsamda Marksist değer yasası temelinde yükselecek ekonomik planlama olgusu ile bağlantı oluşturmak için emek zamanı kavramı üzerinde durmak istiyoruz.


A. Cottrell ve W. Paul Cockshot, etkili bir merkezi planlamanın (i) nihai üretim düzeyini ortaya koyacak toplumsal hedeflerin konması, (ii) bu üretim düzeyini sağlayacak ürün girdi ve çıktı dengelerini oluşturacak hesaplama yönteminin vazedilmesi, (iii) Plan uygulama, değerlendirme ve yeniden düzenleme gibi üç temel bileşenden oluştuğunu söylerler.[3]

Şimdi, hedeflerin konması ve uygulamasının etkin bir biçimde gerçekleştirilmesinde, ülke kaynaklarının en uygun dağılımla kullanılması gerekiyor. Üretim alanlarının çeşitli kesimlerinde gereken kaynak tahsisi, toplumsal emek bütçesi biçiminde gerçekleştirilir. Burada temel ölçüt, gerekli emek zamanının asgari düzeyde tutulmasıdır.

Şimdi tek sorun, piyasa ekonomisi çerçevesinde değişimin ve böyle bir değişimin esasına dayalı ölçme biriminin (para) olmadığı bir sosyalist toplumda, hiç kuşku yok ki bu tür bütçelerle farklı bir ölçme biriminin kullanılması kaçınılmazdır.

Gerçekten de K. Marx, kapitalist toplumda para ile bağlantılı sorunu şu şekilde tanımlamaktadır: Para kavramında, (i) işlevini yaparken, aynı anda onu olumsuzlamanın, (ii) metalara karşı bağımsızlaşmanın, (iii) araç iken amaca dönüşmenin, (iv) metanın mübadele değerini realize etmek için mübadele değerini metadan koparmanın (v) mübadeleyi kolaylaştırmak için mübadeleyi parçalayıp bölmenin (vi) dolaysız meta mübadelesinin güçlüklerini gidermek için bu güçlükleri genelleştirip yaymanın, üreticiler mübadeleye bağımlı hale gelirken mübadeleyi üreticilerden bağımsız kılmanın içerilmiş olduğu görülür.
 
Son olarak bu kapsamda Marksist değer yasası temelinde yükselecek ekonomik planlama olgusu ile bağlantı oluşturmak için emek zamanı kavramı üzerinde durmak istiyoruz.


A. Cottrell ve W. Paul Cockshot, etkili bir merkezi planlamanın (i) nihai üretim düzeyini ortaya koyacak toplumsal hedeflerin konması, (ii) bu üretim düzeyini sağlayacak ürün girdi ve çıktı dengelerini oluşturacak hesaplama yönteminin vazedilmesi, (iii) Plan uygulama, değerlendirme ve yeniden düzenleme gibi üç temel bileşenden oluştuğunu söylerler.[3]

Şimdi, hedeflerin konması ve uygulamasının etkin bir biçimde gerçekleştirilmesinde, ülke kaynaklarının en uygun dağılımla kullanılması gerekiyor. Üretim alanlarının çeşitli kesimlerinde gereken kaynak tahsisi, toplumsal emek bütçesi biçiminde gerçekleştirilir. Burada temel ölçüt, gerekli emek zamanının asgari düzeyde tutulmasıdır.

Şimdi tek sorun, piyasa ekonomisi çerçevesinde değişimin ve böyle bir değişimin esasına dayalı ölçme biriminin (para) olmadığı bir sosyalist toplumda, hiç kuşku yok ki bu tür bütçelerle farklı bir ölçme biriminin kullanılması kaçınılmazdır.

Gerçekten de K. Marx, kapitalist toplumda para ile bağlantılı sorunu şu şekilde tanımlamaktadır: Para kavramında, (i) işlevini yaparken, aynı anda onu olumsuzlamanın, (ii) metalara karşı bağımsızlaşmanın, (iii) araç iken amaca dönüşmenin, (iv) metanın mübadele değerini realize etmek için mübadele değerini metadan koparmanın (v) mübadeleyi kolaylaştırmak için mübadeleyi parçalayıp bölmenin (vi) dolaysız meta mübadelesinin güçlüklerini gidermek için bu güçlükleri genelleştirip yaymanın, üreticiler mübadeleye bağımlı hale gelirken mübadeleyi üreticilerden bağımsız kılmanın içerilmiş olduğu görülür.
 
Bundan sonra planlamacılar ürünler içindeki emek zamanının piyasa tarafından yukarıda verilen düzeltme oranlarını göz önünde bulunduracaklar. Strumilin’e göre, fiyatlarda bu tür iniş ve çıkışların uzun vadede dengede olması gerekir, zira değer piyasa koşullarında da olsa toplumsal emek değeri olduğuna göre, artı ve eksi yöndeki sapmaların birbirini götürmesi kaçınılmaz olacaktır.

Bundan sonraki tüketim malları planlanmasında plan yetkilileri, bu oranları göz önünde bulundurarak yeni planlamalarını buna göre yapacaklar, fiyatları artan ve azalan tüketim mallarının üretim miktarlarını buna göre yapacaklardır.

Yukarıda verilen emek parası ile ilgili gerek K. Marx ve gerekse diğerlerinin endişelerine hak vermemek elde değil. Özellikle, K. Marx’ın vurguladığı gibi, bir ürün içinde emek zamanının aynen bir altın ayarını belirlemekte olduğu gibi çok hassas bir biçimde yapılması kaçınılmazdır. Özellikle sosyalist toplumlarda emek zamanının tüm bir ulusun zenginliğinin değerlendirileceği göz önüne alınarak, emek zamanı için gösterilen duyarlılığı anlamak olasıdır. Ancak, o zamandan bugüne çok şey değişmiş ve artım günümüzde emek süresinin saniyelerle ölçülmesi mümkün hale gelmiştir. Bunu tek tek ürün bazında, hatta ürünü oluşturan çeşitli alt aksamlar, parçalar bazında, bu ürün veya aksamların üretilmesinde söz konusu olacak her bir aşamada gerekli emek süresinin ölçülmesi ve kayıt altına alınması mümkün hale gelmiştir.

Dahası, söz konusu olan üretim kayıtlarının, tüm tesis bazında harcanan fiili emek süreleri ve üretilen net ürün miktarları bazında dünya çapında olarak ölçülmesi mümkündür. Bu ölçümün son derece gelişmiş veri işleme süreçleri ile çok hassas olarak yapılabilmektedir.

Belirtilen endişeler, bununla da kalmıyor. Bu endişeler, kimi zaman hayalciliğe düşmeden, bilimsel tutarlılık adına çok katı kurallara bağlı kalınarak yapıldığı görülüyor. Bu bağlamda, değer ölçümünün eşitlikçi bazda yapılması zorunluluğuna deyiniliyor. Bunun demokratik bir anlayışla yapılması gerektiği söyleniyor. Oysa demokrasi kavramının görece nitelik taşıdığı ve kesinlikle bir amaç değil, ama araç olduğu unutuluyor. Bu bağlamda, örneğin, talip kavramı, özellikle kişilerin özgür iradelerine bağlı ve öznel ve böyle olduğu için merkezi planlama için bir kâbus oluşturacak düzeyde bilinmezlik içerdiği ileri sürülüyor. Yukarıda verilen modellerde, ürünlere olan talebin bu bilinmezliği bir öncellik olarak kabul ediliyor. Talep kavramı hiç de sanıldığı gibi bilinmez değil ve kişinin kendi kişisel seçimlerine körü körüne bağlı bir olgu değil. Talep faktörünün sosyalist planlama içinde enine boyuna ele alınması ve yukarıda verilen biçimde neredeyse temel değişken olarak plan içine sokulmaya çalışılması gerçekçi değil. Temel ihtiyaç maddelerinin tüm toplum üyelerinin emrine amade edilmesi açısından gerçekçi değil. Ülke ve dünya kaynaklarının en uygun kullanım açısından doğru değil ve son olarak dünya gerçekleri açısından doğru değil. Sosyalist toplumun ilk aşamada kuruluşundan itibaren kendini dünya sorunları ile iç içe görmesi gerekiyor. Dünyada açlık sorununun giderek daha fazla kesimi etkilediğini, buna en zengin kapitalist ülkelerin de dahil olduğunu, zengin ülkelerde akşam yatağa aç giren milyonların sayısının her geçen gün arttığını öngörmek gerekiyor. Dünyada yenilenemeyen kaynakların, içilebilir kalitede su kaynaklarının, enerji kaynaklarının tükenmekte olduğunu düşünmek gerekiyor. Bütün bu düşünceler, zorunlu olarak merkezi planların ülke bazında olduğu kadar, uluslar arası düzeyde bu sorunlara tek tek her ulusa düşen sorumluluk payı ölçüsünde katkıda bulunmayı gerektiriyor. Bütün bunlar, insana özgü gereksinimlerin adeta kutsal olduğu kadar, aynı zamanda toplumsal gereksinimlerin de karşılanmasının kaçınılmaz olduğunu bizlere unutturmaması gerekiyor.

__________
[1] K. Marx, Ücretli Emek ve Sermaye, Sol Yay. Şubat 1966.
 
[2] K. Marx, Grundrisse, http://www.marxists.org/archive/marx/works/ 1857/grundrisse/index.htm, sayfa 274.

[3] Allin Cottrell and W. Paul Cockshott, Socialist Planning after the collapse of the Soviet Union, Department of Economics, Wake Forest University, USA, ve Department of Computer Science, Strathclyde University, UK.

[4] Marx, Grundrisse, Adam Yay., Ekim 1979, Çev. S. Nişanyan, s. 223.