BÖLÜM II

Kullanım Değeri ve Değişim Değeri

Ekonomi politiğin öğretisi, malların değeri üzerinedir. Ekonomi politik, insan yaşamının bu en temel değer yargısı konusunda bizlere ipuçları sağlar. Ve der ki, emek, bütün zenginliklerin kaynadığıdır. Emek, bütün zenginlerlerin ölçüsüdür. İki farklı nesnenin birbirleri ile aynı değerde olmaları, onların ortak bir temelde belirlenmiş aynı değerde emek içerdiklerini gösterir. Daha değerli olan bir nesnenin, toplumsal olarak belirlenmiş daha fazla emek içerdiği söylenir.[1]

İşte, şimdi bu ilk bilgiden; bir nesnenin değerinin emek ürünü oluşu bilgisinden ikinci bir ayrıma geçilebilir. O da, değeri olan bir nesnenin gerçekte toplumsal olarak belirlenmiş bir emek ürünü içeriyor olmasıdır. O halde burada bir başka sonuca daha varılır: Sözü edilen emek, gelişigüzel emek değil, ama değer yaratan, değer katan emek türü, yani toplumsal emek olmalıdır!

Bu ilk temel bilgiyi edinirken sonra artık devam etmek daha kolay olacak.

Yakından bakıldığında, bu konuda çok özenli bir yaklaşım gerektiği ortadadır; değer yasası toplumun tüm yaşamını etkiler. Ayrıca, değer kuramına ilişkin görüşler çok yalın ve açık iletilmelidir, çünkü bu niteliği ile Marksizm içinde en çok karışıklık yaratılmaya çalışılan alan budur. Marksizm'in geleceğe ilişkin kehanetlerden çok, bugüne ilişkin bilgilerin gün ışığına çıkartılmasıdır. Bu doğallıkla gelecek ile ilgili en fazla ipucu sağlayabilir; ama sonuçta insanlar, ancak karşı karşıya kaldıkları, yüzleştikleri sorunları çözümleyebilirler. Kapitalizmin bir zaman sonra erişeceği son aşamadan sonra olası gelişme seyri hakkında kehanette bulunmak, bilimsel çabanın dışında kalır. Bugünün çözümleri gelecek için bir ışık tutabilir, ama bunun kesin olmayacağı açıktır. Öte yandan, geçici de olsa, kapitalizmin yasalarının nesnel olduğunu unutmamak gerekir. Bu nesnelliği içinde, zaman ve zemine göre farklı biçimlerde de ortaya çıksa, özünde aynı kalan doğal yasaların var olduğu unutulmamalıdır. Bunun bir örneği, değer yasasıdır. Hatta kimi zaman bu nesnelliğin evrensel nitelik kazandığı durumlar olur. Tüm zenginliklerin kaynağı insan emeğidir. Kapitalist sistem için geçerli bu nesnellik, tüm diğer üretim tarzları, ilkel toplumlardan sosyalist düzene kadar olan toplum biçimleri için geçerli bir durumdur. Lenin'e göre Marksizm, insanlık tarihinin gelişimi içinde yer alan bütün düşünce ve eğilimlerin temelinde insanın içinde bulunduğu nesnel üretim koşulları olduğunu esas alır. Burada V.I. Lenin, Marksizm'in epistemolojik olarak temelde Marksizm öncesi toplumbilim ve tarih yazımı açısından çok farklı olan bir yöntem olduğuna vurgu yapmaktadır.[2]

Burada, değer ile K. Marx'ın tanımladığı biçimde, kullanım değerinin yakın ilişki içinde olduğu ve gerçekte bu kavramların insanın gündelik yaşamında yer aldığı anlatılacak. Toplu yaşam, belirli önyargıları içinde barındırır; yine de gerçekte nesnel var oluş içinde bir önyargılar yumağı içindedir. Hiç kuşkusuz, bu önyargılar, nesnel değerler ve nesnel varlıkların üzerinde yükselir. İnsan kendi çevresinde onunla ile doğrudan ilgili olan veya olmayan varlıklar ile bir arada yaşar. Bunların bir kısmı nesnel zorunluluk içindedir. Bazıları ise tinsel, moral değerlerdir. Bazı varlıklar hiç değer taşımaz. Bu bağlamda çıkan sonuç şudur ki, değer kavramı nesnel ya da nesnel olmayan biçimiyle belli bir topluluk yaşamına karşılık gelmelidir. Biraz daha karmaşıklaştırmak pahasına, son olarak şu söylenebilir: kapitalist üretim biçiminin egemen olduğu günümüz dünyasında bütün bu değerler ve zenginlikler, gerçekte tümü ile o toplumun nesnel ve öznel koşulları ile belirlenir; bu durum, kapitalist toplumda meta olarak karşımıza çıkar. Kapitalist toplumda değer taşıyan her şey metadır. Değeri olmayan varlıklar ise meta değildir.

Bu son söylenen, K. Marx'ın Kapital'deki ilk cümlesidir. Değer, ya da zenginlik, kapitalist ilişki biçiminde meta olarak kendini gösterir; yani, pazarda satılmak üzere üretilmiş bir değer içeren mal için meta tanımı yapılır. Burada bir başka ayrımdan da söz etmek gerekir: Meta, kapitalist için nihai amacı belirtir. Metanın yukarıda verilen tanımını tamamlayacak son bir nokta daha var. O da, kapitalist sistemde her emek ürünü olan bir malın mutlaka bir meta biçimine dönüşmesi zorunluluğudur. Emek ürünü olan metanın, aynı zamanda bir kullanım değerine de sahip olması gerekiyor. Bu konuda, ana başlık altında ileride daha ayrıntılı durulacak. Şimdilik, harcanan emeğin, bir değer yaratabilmesi için toplumsal olarak belirlenmiş özelliklere sahip olması gerektiğini belirtmek gerek. Sıradan bir çaba, rasgele yapılan işler sonucu üretilen ürün, bir değer kazanmaya yetmiyor. Harcanan emeğin toplumsal karşılığı olması, nitelikli olması, belirli kurallar içinde kalınarak harcanmış olması ve öngörülen hedefe yönelik icra edilmesi gerekli. Bu nedenle en başta, bu emek toplumsal karşılığı olması, belirli kurallar içinde kalınarak sarf edilmesi ve amaçlanan bir hedefe yönelik özgün bir süreç izlemesi gerekli.

O nedenle, bu emeğin bir tanımı olması gerek. Belirli koşullarda yapılacak falanca emek türü. Daha sonra, bu tanım içindeki emeğin nasıl harcanacağı, adım adım her aşamada belli kurallar dizisi olarak verilmiş olmalı. Bu, kuşkusuz, günümüz koşullarındaki çağdaş üretim biçimi için böyle. Ama bu genel niteliği, asırlardır büyük ölçüde değişmiş değil. Eski çağlardan bu yana olan süreç, en temel gereksinimlerini karşılayacak insan becerilerinin tümünü toplumsal olarak tanımlanmış ve kurallara, temellere bağlanmış durumda. Bugün de durum aynı. Değişen, emeğin makine kullanımı nedeniyle çok yoğunlaşmış olması ve verimliliğinin olağanüstü boyutlara varmasının ötesinde değil. Emeğin bu toplumsal niteliğinde bir değişiklik yok. Her dönem ve üretim tarzlarında aynı koşullardaki emek harcaması sonunda, aynı değerde kullanım özelliği olan mallar üretilmiş. Eski çağlarda bunlar, tümü ile kullanım değeri çerçevesinde değerlendirilmiş. Şimdi ise bu kullanım değerine, bir de meta olma özelliği ekleniyor. Bu yanılsama olmuş olabilir! Ama ileride, bize yardımcı olması amacıyla varılacak sonuç şu ki; toplumsal olarak tanımlanmış emek, özgün niteliğini koruduğu sürece, onun yarattığı kullanım değeri de özgün ve o toplumsal emeğe eşdeğer. Bu kaçınılmaz.

Kıyaslama Ölçütü

Marksizm'e yöneltilen eleştiriler, bu noktada odaklanır. Kullanım değerinin kıyaslanabilir, yani ölçülebilir olması gerekir. Hatta bizzat K. Marx’ın kendisinin bunu itiraf ettiği ve kullanım değerlerini birbirleri ile kıyaslanamayacak kadar önemsiz olduğunu söylediği ileri sürülür. Sonuçta bu durum, değer ile kullanım değeri arasında yapay ve geçersiz bir ayrıma giderek, pek çok karışıklığa neden olmuştur denmektedir.[3]Kullanım ve değişim değeri olarak malların ikili niteliği, K. Marx'ın öğretisinin temeli. K. Marx'a göre, kullanım değeri, değer kavramının anlaşılmasında başlangıç noktası. Açık anlatım ile ancak kullanım değeri olan bir metanın değeri olabiliyor ve böylelikle değişim sırasında pazarda yer alabiliyor. Ayrıca, malların kıyaslamasına temel oluşturacak ölçme, her ne biçimde olursa olsun, meta olarak üretilen bir malda var. Aynı malın bünyesinde bir başka kıyaslama, ya da değerlendirme ölçütü olması anlamsız. Kullanım değeri için kıyaslama önem taşımıyor; kaldı ki, metanın ortaya çıkışı, birçok diğer faktörün yanı sıra, bu kullanım değerini de göz önünde bulunduruyor.

Kullanım değerinin varlığı, o mala tüketicilerden bir talep olması demek. Daha sonra da, aynı önerme doğrultusunda şu açıklama getirilir: Herhangi bir malın bedeli, onun kullanım değeri ile çok yakın ilişkili. Bu şu demek: bir meta için tüketicilerden gelen talep ne ölçüde fazla olursa, o malın fiyatı da o kadar yüksek olacaktır. Metaların fiyatları, talep ile o malın arzı arasında oluşan denge koşullarında belirlenir. Görülüyor ki, her ne biçim kazanmış olursa olsun, meta için temel olan ve ona değer katan kullanım değeridir. Bir malın üretimi için verilmiş emek miktarı önem taşımaz; bir malın değeri, pazarda ona olan talep ile belirlenir.

Kullanım Değerinin SomutlaştırılmasıBir malın kullanım değeri, o malın yararlılığı ve sonuç olarak değeri için belirleyicidir. Bir nesnenin insan için yararlılığı, onu bir kullanım değerine sahip oluşunu gösterir. Bu yararlılık, malların niteliği açısından iki türlü olabilir. Birincisi, kimi zaman somut biyolojik, kimi zaman da soyut moral gereksinimi karşılama açısından bir tüketim aracı olmasıdır. Öte yandan, kullanım değeri bir tüketim amacı yanı sıra, bir üretime girdi olarak da bir yararlılık gösterebilir.

Demir, kâğıt, vs. gibi yararlı olan bir nesneye iki görüş açısından, nitelik ve nicelik açısından da bakılabilir. Her yararlı şey, birçok özelliğin bir bütünüdür ve bunun için çeşitli yönleri ile yararlılık sağlayabilir. Nesnelerin birbirinden farklı kullanım biçimini bulup ortaya çıkarmak tarihin işidir. Yararlı nesneleri niceliğini ölçmek için toplum tarafından benimsenen ölçüleri saptamak da böyledir. Bu ölçülerin farklı oluşunun nedeni, kısmen ölçülecek nesnelerin özelliklerinin farklı oluşundan, kısmen de alışkanlıklardan kaynaklanır. Bir şeyin yararlılığı, onun bir kullanım değerine sahip olmasına yol açar. Ama bu yararlılık, belirsiz bir kavram değildir. Demir olsun, kâğıt olsun veya elmas olsun, herhangi bir nesne nesnel olduğu için yararlıdır.

Kullanım değeri ele alınırken, her zaman şu kadar metre kumaş, şu ağırlıkta demir ve şu adet ayakkabı gibi belirli niceliklerden söz edilir. Nesnelerin kullanım değerleri, özel bir bilgi alanının, nesnelerin alış ve satışı ile ilgili bilgilerinin konusunu oluşturur. Bir başka deyişle, her insanın bir tüketici olarak bir nesnenin kullanımı hakkında ansiklopedik bilgisi olduğu varsayılır. Kullanım değerleri, ancak kullanım veya tüketim amacı doğrultusunda bir gerçeklik durumuna gelir. Bunlar, ayrıca toplumsal biçimi ne olursa olsun, her türlü servetin özünü oluşturur. Ne var ki bütün bunların yanında, kapitalist toplumda bunlar ayrıca bir değişim değerinin nesnel taşıyıcılarıdır.

Bütün bu anlatılanlar, oldukça karmaşık ve iç içe geçmiş bir ilişkiyi yansıtıyor. Günlük hayatta her zaman karşılaşılan ve genellikle de bir toplumsal emek ürünü olan çeşitli varlıkların insan toplumu ve tarihi için çok karmaşık ilişkileri bağrında taşıdığına tanık olunur. Kullanım değeri, genel bir ölçek, ölçme bilgisini barındırır. Aynı zamanda, varlıklarla ilgili ne kadar bilgi varsa tümü kullanım değeri içinde somutlaşır. Kuşkusuz, bir de toplumsal ilişkiler var. Bunların da kullanım değeri olan varlıklarda içselleştirildiği biliniyor. Varlıkların kendileri ve aralarındaki ilişkiler gerçekte tüm insanlığın bilgi zenginliğini oluşturur. Kabaca bilgi olgusu, varlıkların kendisi ve aralarındaki ilişkileri olarak tanılanabilir. Kullanım değerleri, toplumdaki her türden servetin özünü oluşturur. Bu demek oluyor ki, serveti oluşturan taşınır veya taşınmaz ne varsa, tümünün temelinde kullanım yararlılığı yatar.

Bu anlatılanları şimdi tek tek ele alalım. İlk önce ölçek konusu. Şu kadar metre kumaş, şu ağırlıkta demir, şu sayıda ayakkabı. Bu ölçümler ne anlama geldiğini bilmek gerek. İlk olarak, en yalın anlatımıyla, sözü edilen bu miktarların birbirine eşit olduğu varsayılırsa, a metre kumaş, b ağırlıkta demir ve c sayıda ayakkabı birbirleri ile değiştirilebilir hale gelir. Buradan da anlaşılacağı gibi, bu üç farklı nesne, farklı birimlerde birbirlerine eşittir. Aralarında ne bir tür, ne sayı ve ne de akla gelebilecek herhangi bir başka ölçüt bazında birbirine denk olmayan üç farklı nesne, insan toplumlarının tarihi ilişkileri içinde ister mal değişiminin takas yoluyla yapıldığı ilkel topluluklarda olsun, isterse artık bilgisayarların kullanıldığı geliştirilmiş tarzların söz konusu olduğu çağdaş toplumlar olsun, birbirleri ile eşitlenebilmektedir. Bir an, bu mallara karşı toplumsal gereksinmelerin değişmediği ve yukarıda verilen her üç meta için belirlenen büyüklüklerin günümüzde aynı ölçeklerde kaldığı varsayılırsa, o zaman dün olduğu gibi, bugün de gerçekte bunların birbirine eşit olmasını sağlayan bir başka ölçütün varlığı söz konusudur demektir.

Aynı durum, basit bir geometrik ilişki ile de anlatılabilir. Bir çokgenin alanını hesaplama ve onu kıyaslamaya esas bir kıstas belirlemek için, çokgeni oluşturan üçgenlerden hareket edilebilir. Burada, üçgenin alanı, onun görünümünden tümüyle farklı bir şeyle, yani tabanı ile yüksekliğinin çarpılması ve sonucun ikiye bölünmesi ile tanımlanabilir.

İşte burada, evrensel nitelikte ve kullanım değeri ile belirli zaman ve mekâna bağlı olarak anlam kazanan, yani tarihsel açıdan evrensel olmayan değişim değeri gibi bir kavramın farklı iki yanı arasında bir ayrım olduğu görülür. Bu ayrım, değer yasası için temel olan bir durumdur: Farklı niteliklerde, ya da farklı kullanım değerinde olan şeylerin yani, a metre kumaş, b ağırlıkta demir ve c sayıda ayakkabı için ortak olan; o malların geometrik, kimyasal ya da başka bir doğal özelliği olamaz. Bu özellikler, nesnelerin, ya da özgül biçimiyle – kapitalist toplum için metaların –ölçülmesinde yararlanılır. Ve bu özellikler, salt onların değişimi aşamasında kullanılır. Kullanım değeri ile birlikte olan bu özellik, kullanım sayısı, büyüklüğü ve miktarı ile ilgilidir. İnsan gereksinimini karşılama özelliği, aynı zamanda bir büyüklük ile birlikte olabilmelidir. Şu kadar ekmek, bu kadar gram peynir. Ama nesnelerin değişimi – veya ileride anlatılacağı gibi, üretici ile tüketici arasında alış veriş konusu oluşturacak bir ölçü biriminin belirlenmesi – ancak onları kullanım değerlerinden soyutlama ile yapılabilir. Nesnelerin – metaların – değişiminde temel alınan ölçüt, onların kullanım değeri ile hiçbir biçimde ilişkili değildir. Yukarıdaki örnekte, üç ayrı kullanım değeri olan üç farklı nesne, aynı zamanda üç farklı biçimde ölçülebiliyor. Kullanım değerini ölçen aynı birim de olabilirdi kuşkusuz. Ama gerek nitelik, gerekse nicelik olarak farklı olan şeyler, yine bir çokgendeki üçgenler gibi eşdeğer bir değişimde temel oluşturan bir ölçeğe indirgenebilmektedir. Tümüyle farklı nitelik niceliklerde olmalarına karşın onlarda ortak olan her neyse, bu ortak özellik, onların kullanım özelliklerinden bağımsız, ayrı bir durumdur. F. Engele, özdeşlik yasasının metafiziğin temel yasası olduğunu söyler. a=a, her şey kendine eşittir. Oysa bir şey aynı zamanda hem kendisi, hem de bir başka şey olamaz. Soyut özdeşlik, ancak küçük ölçekli koşulların veya kısa zaman dilimlerinin söz konusu olduğu her günkü kullanım içindir. Ancak, doğa -ve kuşkusuz toplum bilimler- göz önüne alındığında soyut özdeşlik, tümüyle yetersizdir. Bu demektir ki, özdeşlik için bir nesnenin kendinden farklı bir nesne ile ölçülebilir olmalıdır. Çoğu bilimciler, özdeşlik ve farklılığın uzlaşmaz karşıtlar olduğunu sanırlar; oysa gerçek, bunların tek yanlı kutuplar olmasında değil, karşılıklı etkilerinde, farklılığın özdeşliğin içinde bulunmasındandır.[4] K. Marx'ın Kapital'de değer yasası ile bağlantılı olarak ele aldığı temel sorun budur.

Marksist değer yasasına karşı görüşler, kapitalist ilişkiler içinde kullanım değerlerinin ancak belli düzeyde kıyaslanabilir olduğunu ileri sürer. Bu nedenle, değişimin gerçekleştirilmesi öncesinde kullanım değerinin ölçümüne girişmek tutarlı değildir. Bu görüşleri ileri sürenler, kanıt olarak K. Marx'ın aynı yaklaşımı sosyalist toplum yapmaya kalkışmadığını söylerler, çünkü gerçekte kendisi de kullanım değerinin kıyaslanabilir olmadığını inanmaktadır.[5] Gerçekte K. Marx ve F. Engel’s için komünist toplumun ne olacağı hakkında görüş belirtmek ütopyacı bir yaklaşımdı ve böyle bir yaklaşımın bilimsel tutarlılığı olamazdı. Bu Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi içinde açıkça belirtmiştir. Komünist Manefesto'nun Almanca baskısına yazdığı önsözünde ise, ilk baskısında komünist toplum ile ilgili söylediklerinin göz önüne alınmaması gerektiğini belirterek bu kaygıdan hareketle bu tutumdan vazgeçmişlerdi.[6]

K. Marx'ın Yaklaşımı

Kullanım değeri ve değişim değerinin ne denli iç içe olduğuna bakarak bu ikisi arasındaki ilişkinin çok açık olmadığını söylemenin tutarsızlığı ortadadır. Özellikle de buna gerekçe olarak, K. Marx'ın sosyalist toplum ile ilgili bu konuda herhangi bir kehanette bulunmayışının gösterilmesinin kabul edilebilir olduğu kuşkuludur.[7] K. Marx ve Engels, izledikleri yöntemin ütopyacı değil, bilimsel olduğuna sıklıkla vurgu yapmaktaydı. Ama komünizm geleceği ile ilgili saptamaları, bu bilimsel yöntem içinde yaptıkları değerlendirmenin doğal bir sonucundan başka bir şey değildi. Kapitalist sistemin içine girdiği süreç, onu ister istemez bir çelişki ile karşı karşıya getirecekti: Bir taraftan işbölümü ve üretimin toplumsallaşması öte yandan tersine üretim araçlarının tek elde toplanması ile kendini gösteren çelişki. Bu süreç, kaçınılmaz olarak üretim araçlarının da toplumsallaştırılmasını zorunlu kılacaktı ki, bu komünist toplum demek olacaktı.


K. Marx, Kapital ile yaptığı ayrıntılı çalışmalar sonucunda, kâr oranlarının azalmasının kapitalizmin temel yasası olduğunu ortaya koyar. Buna göre, kapitalist süreç içinde sermayenin daha yoğun bir biçimde az sayıda kapitalistin elinde birikmesine yol açılacağı gibi, sermayenin kendini yenilemek için kaçınılmaz olarak kâr oranlarının azalması da aynı etkiyi yaratacak, üretim araçlarının giderek daha fazlası, sayıları azalan kapitalistlerin elinde toplanacaktı. Öte yandan sömürü oranının zorunlu olarak artması, bir noktada kapitalist sistem için üstesinden gelinemez düzeye ulaşacaktı. Marksist diyalektik yöntem, kapitalist üretim tarzı içinde bu biçimde oluşan çelişki sonucunda ortaya çıkan karşıtların birliğini öngörür; bu da kendini komünist toplum olarak ifade eder.[8]

K. Marx'ın gelecek ile ilgili tasarıları ve bu doğrultudaki önerileri, esas olarak diyalektik materyalist filozof olarak ortaya attığı önermeler olarak almak gerekir.[9]

K. Marx, Kapital ile ilgili çalışmaları kapitalizmin nesnel durumuna temelledirmişti. Onu Kapital üzerinde çalışmaya iten, kapitalizmin 1856 yılı sonlarına doğru ciddi bir bunalıma girmesiydi. O yılın sonlarına doğru uzunca bir zamandır spekülatif hareketlerle şişirilmiş olan ekonomide aniden ortaya çıkan güvensizlik sonucu yatırımlar azalmaya, altın fiyatları artmaya başladı. Kısa süre içinde Amerikan merkez bankasının iflasının ardından, İran ve Çin savaşları yanı sıra, Hint isyanı ile karşı karşıya kalan sömürgeci İngiltere'de merkez bankasının çökmesi bir dizi iflasları beraberinde getirdi. Bütün bu gelişmeler, K. Marx ve Engels'in devrimci anın yeniden olgunlaşması olarak yorumlandı. Gelişmeleri bir an önce yorumlama çabası içinde olan K. Marx, derhal işe koyuldu. Öyle ki, olayların çok hızlı gelişmesi nedeniyle, gerekli çözümlemeyi zamanında tamamlayamama endişesine kapıldı. En azından, çalışmasının ana çerçevesini oluşturma çabasına girişti. Ama yaptığı çalışmalar, onun bunun mümkün olmayacağını anlamasına yol açtı. Bu nedenle kendisine kısa ve uzun vadeli bir çalışma yöntemi belirledi. Birkaç aylık zaman süresi içinde kapitalist bunalımın ana hatlarını ortaya koyacak bir çalışma yapacaktı. Asıl çalışma daha uzun vadede gerçekleştirilecekti.

Görüldüğü gibi, K. Marx'ın izlediği her iki yol da, esas olarak kapitalist ekonomiyi esas almaktaydı. Gerçekten de, K. Marx, 1856 yılının sonlarında devrim anı olduğuna inandığı bir ortamda başlattığı çalışmaları yirmi beş yıl gibi bir süre geçmesine karşın tamamlayamayacak, çalışmalarının yayınlanmasını dostları üstlenecekti.

K. Marx'ın kapitalist toplumun çözümlemesi için yaptığı çalışmalara bir nokta koymaktan çekindiği görülür. Bunun tek açıklaması da, izlediği yöntem ile ilgilidir. Yukarıda da belirtildiği gibi, içinde yaşadığı dönemde kapitalizmin bunalımına yönelik kısa vadeli çözümleme yanı sıra, yaklaşımını çok kapsamlı ve bir anlamda evrensel kılacak ve tüm insanlığın ortaya çıkışından itibaren, artık içine düştüğü derin bunalım ile dağılmaya yüz tutan kapitalizme kadar olan serüvenini ele almayı tasarlamıştır. Bir bakıma, kapitalist sistem, tarihsel olarak o zamana kadar olan üretim tarzlarının bir birikimidir. K. Marx'ın kafasındaki komünist toplum ile ilgili tasarladığı şey, bu tarihsel gelişimin tümünün belirleyici olduğu bir sentez olmalıydı. Kuşkusuz, çalışmalarını bitirmekte acele etmemesinin bir nedeni de budur; başından beri doğru yoldadır; yani gelecek komünist toplum yapısını biçimlendirmek üzere insanlığın kalkış ve hareket noktasını belirleyecek tek yol budur.

K. Marx'ın yaptığı çalışmalarda kapitalist düzene özgü olmayan evrensel nitelikte olgular ağırlıktadır. K. Marx, değer yasasını kapitalist üretim tarzına özgü nitelikleri de dahil olmak üzere, en geniş biçimi ile alarak bu biçimde onun evrensel boyutlarını ortaya koymuş olmaktadır. Bu biçimde kapitalist düzen içinde olsun olmasın, insan gereksinimini karşılama çabasında kapitalist tarza özgü, ama ve evrensel nitelik taşıyan yasaları belirlemektedir. K. Marx'ın değer yasası ile bağlantılı olarak getirdiği belli başlı yenilik, onun üretimine katılan toplumsal olarak belirlenmiş emek değeri kuramıdır. Bunu söylerken, artık tümüyle kapitalist toplumu unutmuş görünür; bu komünist toplum için geçerlidir.[10]

İçerilen Ortak Özellik

Kullanım değeri olarak metalar, her şeyden önce birbirinden farklı niteliklerdir; ama değişim değerleri olarak yalnızca farklı büyüklüktedir ve sonuç olarak zerre kadar kullanım değeri içermezler.

Demek ki, metaların kullanım değerini bir yana bırakırsak, yukarıda tanımlanan her birindeki ortak olan özellik, onların bir emek ürünü olmalarıdır. Farklı özellikte ve büyüklüklerde olan metalarda ortak olan budur. Ancak hemen eklemek gerekir ki, bu ortak olan özellik, her bir meta için özgün bir durum oluşturmaz. Gerçi, belli niteliklerde emeğin ortaya konması ile kullanım değeri ortaya çıkmaktadır; bir duvarcı ustası, bu konuda aldığı eğitim ve önceki deneyimi ve uygulamalarına dayanarak ortaya bir ürün koyar. Böylelikle, örneğin, bir ev yapılmış olur. Bu, özgün bir emek niteliğindedir. Ancak, bu biçimiyle tüm farklı kullanım değeri içeren metalar içinde ortak olamaz. Onun bir pasta yapan emekçi ile ortaklaştığı şey, duvarcı ile pastacının farklı niteliklerdeki emeklerinde de ortaktır; yani bunların soyut, toplumsal olarak belirlenmiş somut insan emeğine indirgenmeleridir. Metalar el değiştirildiklerinde, onların değişim değeri, kendi kullanım değerlerinde tümüyle bağımsız bir şey olarak ortaya çıkar. Bunların kullanım değerini soyutlarsa, geriye, yukarıda da açıklandığı gibi, değer kalır. Bu nedenle, metalar değişime girdiğinde, kendini değişim değeri olarak ortaya koyan öz, onların değeridir.

Ortalığı bulandırmak amacıyla ortaya atılan görüşlerin çoğu, Marksist değer kuramını hedef alır.[11] Değer kuramının hedef seçilmesinin belki en önde gelen nedenlerden biri de, K. Marx'ın Kapital'i yazarken kullandığı soyutlama yönteminin belirgin olarak kendini değer kavramının açıklanmasında göstermesinden kaynaklanıyor olabilir. Buradaki soyutlama düzeyi, gerçekten de tüm insan topluluklarının tarihsel var oluşunu belirleyen bu kavramın önemine denk düşecek biçimde temel ve aynı zamanda çok kapsamlıdır.

Bir kullanım değeri, ya da yararlı bir mal, bu nedenle, ancak içerisinde soyut insan emeğinin somutlaştığı, ya da nesnelleştiği için bir değeri vardır. Peki öyleyse, bu değerin büyüklüğü nasıl ölçülecek? Açıkça, bir metanın içerdiği değer, yaratıcı özün, yani emeğin niceliği ile ölçülür. Emeğin niceliği, onun süresi ile belirlenir ve iş zamanının ölçüsü de hafta, gün ve saat aracılığı ile tanımlanır.

Bu son anlatılan konuya yeniden gelinecek. Ancak bu bağlamda özellikle, değişim değerinin metanın değişim sürecindeki fiyatlandırılması ile ilgili olarak ayrıntılı bir biçimde ele alınması gerek.

Kimi zaman değer yaratma sürecinde, ortaya konan çalışmanın etkisinin göz önüne alınmadığını söylenir.[12] Bu nedenle de, toplumsal olarak tanımlanan emek anlayışının yanlış olması nedeniyle, metaların değerlenişinin eksikliğini ileri sürülür. Oysa değerin özünü oluşturan emek, her türden insan emeğidir. Bu toplumum ürettiği tüm metaların toplam değerinde somutlaşan toplam işgücü, çok sayıda işçinin tek tek işgücünün toplamını tanımlar. Ama bu toplam, sonuç olarak türdeş insan işgücü kitlesi olarak kabul edilir. Bu birimlerin her biri, toplumsal ortalama işgücü niteliğini taşıdıkları ve bu nitelikleri ile ilişkili oldukları sürece birbirlerinin aynısıdır; bir başka deyişle, bir metanın üretimi için ortalama olarak gerekli, ya da toplumsal olarak gerekli zamandan daha fazlasına gereksinme göstermedikleri sürece, biri diğerinin aynıdır.

Şimdi, üretim sürecinde, harcanan emeğin gerçekte bir çaba olduğunu, değer ölçmek için emek zamanının esas almanın gerçekte bu çabayı ölçmüş olacağını; oysa bu çabanın yarattığı etkinin gözden kaçırıldığını söyleyenlerin savlarını yeniden ele alalım. Soyutlama, bu tür ayrıntı olarak nitelenebilecek kavramları aşan bir yöntemi tanımlar. Gerçekte emeği ortaya koyan işgücü, özgür bir kullanımı anlatır. Herkesin kendine göre özgür bir çalışma yeteneği, becerisi ve temposu vardır. Bir işçi ne kadar tembel ya da beceriksiz de olsa, o metanın üretimi için o kadar fazla zaman harcanacaktır. Tam tersine, ortalama değerlerin üzerinde yetenekte olan işçinin üreteceği metanın büyüklüğü ya da sayısı da o denli çok olacaktır. Sonuç olarak, harcanan çabanın etkisi, doğrudan kendini göstermiş olacaktır. Burada, ayrıca etkinliğinin ölçülmesine gerek yoktur. İkincisi, bir malın üretimi için toplumsal olarak gerekli iş zamanı, o üretim dalı bünyesinde normal koşullar altında geçerli ortalama beceri derecesi ve yoğunluğunun yaratılabilmesi için gerekli olan zamandır. Örneğin, dokuma iş kolunda buharla işleyen dokuma tezgâhlarının ilk ortaya çıktığı dönemde belirli bir miktar ipliği kumaş yapmak için gerekli iş zamanı, belki yarı yarıya azalmıştı. Oysa el tezgâhında çalışan dokumacılar, aynı işi yine eskisi kadar zamanda yapmayı sürdürmekteydiler. Bu el tezgâhında çalışanların gösterdikleri çabanın etkinliğinde hiç bir değişiklik olmamasına karşın, o iş kolunda gerçekleşen bu değişiklikten sonra, emeklerinin bir saatlik ürünü, örneğin, artık yalnızca yarım saatlik toplumsal emeğe karşılık gelmektedir. Çalışma seyirlerini ne kadar artırsalar da, artık aynı süre içinde ortaya koydukları emeklerinin yarattığı değer, eskisine göre düşecektir. Bu gibi toplumsal değişmeleri yansıtan bir sürü etkiler vardır. Bu etkilerin ancak yapılacak bir soyutlama ile belirlenmesi mümkün olabilir.

Bir malın üretimi için gerekli olan iş zamanı değişmezse, o malın değeri de değişmez. Ama iş zamanı, iş üretkenliğinde ortaya çıkan her türlü değişme ile birlikte değişir. Bu üretkenlik, çeşitli koşullar tarafından belirlenir; diğerlerinin yanı sıra, işçilerin ortalama beceri düzeyi, bilimsel gelişmeler ve bunların uygulamaya geçirilme durumu, üretimin toplumsal örgütlenmesi, üretim araçlarının boyutları ve etkinliği ve fiziksel koşullar bunlar arasında sayılabilir. Mevsimlik etkiler, bu sayılanların en başında gelir. Geleneksel yöntemlerle yapılan tarımsal faaliyetler çerçevesinde, havaların uygun gitmemesine koşut aynı tür ve düzeydeki emek ile farklı ürün elde edilmesi olasıdır. Ya da zengin bir madende aynı düzeyde bir emek ile yoksul bir madendekinden daha fazla elmas çıkartılabilir. Burada, elmasın değeri, ne zengin, ne de fakir madende çıkan ile değil, ama bu ikisinin ortalaması ile belirlenir. Zengin bir maden bulunduğunda, elmasın değeri düşer. Çünkü az emekle elde edilen elmas, toplam elmas üretimindeki toplumsal emek toplamını düşürücü etki yapar. Eğer, simyacılar başarılı olsalar ve az bir emek harcaması ile kömürden elmas yapılabilseydi, bu sefer değer yasasının acımasız işleyişi ile karşı karşıya kalırlar ve elmasın değeri bir tuğlanın değerinin altına düşebilirdi.

Kullanım Değerinin Farklı BiçimleriÖzünde kullanım değeri çerçevesinde ele alınan bu bölüm ile ilgili açıklamaları bitirmeden, eksik kalan bir konu üzerinde de durmak gerekiyor. Herhangi bir şeyin değeri olmaksızın da kullanım değeri olması mümkündür. Bu, o şeyin insana yararlılığının emek ile ilişkili olmadığı durumlara özgüdür. Hava, işlenmemiş toprak, doğal çayır ve otlaklar buna örnektir. Bir şey, meta olmadan da yararlı ve insan emeği ürünü olabilir. Gereksinmelerinin kendi emeğinin ürünü ile doğrudan karşılayan biri, gerçekte kullanım değeri yaratmaktadır; ama meta yaratmamıştır. Metanın yaratılabilmesi için yalnızca bireysel kullanım değeri değil, ama başkaları için de geçerli bir kullanım değeri, yani toplumsal karşılığı olan bir kullanım değeri üretmesi gerekir. Son olarak eğer bir şey yararsız ise, onda bulunan emek de yararsızdır. Bu emek, emek sayılmaz ve bu yüzden bir değer yaratılmış olmaz.

Buraya kadar anlatılanlarda gereksiz ayrıntı gibi görünen açıklamaların yapılması zorunludur; çünkü K. Marx'ın da belirtmiş olduğu gibi, metalarda bulunan emeğin ikili yönü, yani onun kullanım değeri ve değişim değeri yaratma özelliği, ekonomi politiğin anlaşılabilmesi için kaçınılmazdır.

Yukarıda da belirtilmiş olduğu gibi, bütün zenginliklerin kaynağı emektir. Ama bununla ilgili bir açıklamayı yapmak gerekiyor. Terzinin diktiği ceket, keten bezi ve benzeri diğer gerekli metalarla birlikte, iki unsurun birleşmesinden oluşmaktadır: madde ve emek. Bunlar üzerinde harcanan yararlı emek kaldırılırsa, geriye insanın yardımı olmaksızın doğa tarafından konmuş olan nesnel tortu kalır. İnsan, ancak tıpkı doğanın yaptığı gibi iş görür; bir başka deyişle, nesnenin biçimini değiştirir. Ne var ki, bu tür değiştirme sürecinde kendisine doğal güçler sürekli yardım eder. Öyle ise emek, tüm servetin tek kaynağı değildir. Bir başka deyişle, nesnel servetin babası emek, anası topraktır. Ama şunu da eklemek gerekir ki, değerlenme sürecinde, yani değişim değeri için toprak başlı başına bir değer oluşturmaz.

Ceket ile keten bezi, yalnızca değer değil, belirli büyüklükte değerlerdir ve örnek olması amacıyla, diyelim ki bir ceket, on metrelik keten bezi değerindedir. Peki, ama değerler arasında bu fark nereden geliyor? Bu fark, keten bezinin içerdiği emeğin, ceketin içerdiği emeğin on metrelik ketenin içerdiği emeğe eşit olmasından, dolaysı ile birincisini üretmek için gerekli zamanın on katı işgücü harcanmasından kaynaklanmaktadır.

Öyleyse, kullanım değeri temel alındığında, bir metanın içerdiği emek, yalnızca nitel olarak düşünülmelidir; değişim değeri göz önüne alındığında da, yalnızca nicelik akla gelmelidir ve ölçülebilmesi için ilk önce yalın ve katışıksız insan emeğine indirgenmesi gerekir. Burada söz konusu olan, birincisinde Nasıl ve Ne, ikincisinde ise Ne kadar ve Ne sürede sorularıdır. Bir metanın değerinin büyüklüğü, kendisinde somutlaşan emeği tanımladığına göre, belli oranlarda alınan bütün metaların değer olarak eşit olması gerekir.

Kullanım Değerinin Öncelliği

Burada, Marksist değer kuramına yöneltilen, emek büyüklüğü onu oluşturan daha yalın emek birimleri ile açıklansa bile, bu emeğin farklı kullanım değeri üretebilmesi mümkündür eleştirisini ele almak gerekiyor.[13] Burada çarpıtma, kullanılan terminolojinin yerli yerine oturmamasından anlaşılıyor. Bir kere, kullanım değerini yaratan emeğin niceliği değil, onun niteliği; biçiminidir. Bir fırın işçisi, ne kadar fazla çalışırsa çalışsın, aynı nitelikteki emeği ile birbirine hemen hemen tümü ile benzer nitelikte kullanım değeri olan emek sergileyecektir. Kuşkusuz, bu fırın işçisi yetenekli olabilir ve ekmek işinin hemen ardından aynı yerde ve birbirini izleyen çabası soncunda farklı bir kullanım değeri olarak simit de yapabilir. Ama artık harcadığı emeğin niteliği değişmiştir. Onu üretirken harcadığı kafa ve kol emeği, ekmek üretirken harcanan emeğe benzese bile, artık tümü ile farklı bir emek türü tanımlaması içinde yer alır. Öte yandan, kullanım değeri, niteliksel bir değeri tanımlar, niceliksel değil. Bu kesinlikle farklı bir durumu anlatır. Nasıl ve ne sorusuna verilecek yanıtlar, bir birim, büyüklük, sayı, vs. kullanımını içerecek bir yanıt gerektirmez. Kullanım değeri bir kavram, bir özelliktir. Bu niceliksel durum sayılamaz; böyle olduğu için de ölçülemez. Ölçülemeyeceği için de bir değişim değeri karşılığı bir fiyata karşılık gelen bir değerlendirme konusu olamaz.


K. Marx'ın kullanım değerine verdiği önemi, yaptığı çalışmalarda adım başı gözlemlemek mümkün. Öyle ki K. Marx, kullanım değerini tümüyle değer kuramının başköşesine yerleştirir ve ondan sonra da ne kadar nesnel de olsa, kapitalist biçiminde kaçınılmaz geçici niteliği üzerinde durur. K. Marx'ın kullanım değeri için ayırdığı başköşeyi onun şu sözlerinde bulmak mümkün: Toplumsal gereksinme, yani toplumsal ölçekte kullanım değeri, üretimin çeşitli özgül alanlarında harcanan toplam toplumsal emek zamanı büyüklüğü için belirleyici bir öğe olarak görünür. Ama bu, yalnızca önceden tek tek metalara uygulanmış olan yasanın aynısıdır; bir başka deyişle, bir metanın kullanım değeri, onun değişim değerinin ve dolaysıyla değerinin temelidir. Ancak bu oranın bozulması, metanın değerinin ve içerdiği artı-değerin gerçekleştirilmesini olanaksız kıldığı ölçüde bu nokta, gerekli emek ve artı emek arasındaki ilişki açısından bir anlam taşır. Bunu örneklemek için, belli bir toplumsal emek süresine karşılık gelen bir çaba sonucunda, beklenenin üzerinde kumaş üretilmiş olsun. K. Marx'a göre, burada aşırı toplumsal emek harcanmıştır; yani ürünün bir kısmı yararsızdır. Bu nedenle, üretilen kumaşın tümü, sanki toplumsal gerekli emek sonucu üretilmiş gibi değer kazanır. Gerekli emek zamanı, burada farklı bir anlama bürünmüş de olsa, çeşitli özel üretim alanları için kullanılabilecek toplumsal emek zamanı payının nicel sınırı; genel olarak değer yasasının daha gelişmiş bir anlatımından başka bir şey değildir. Kumaşın ancak belli ve –toplumsal gereksinim karşılığı- olan kısmı toplum için gereklidir. Buradaki sınırlama, tümüyle kullanım değeri ile bağlantılıdır. Toplum, veri üretim koşulları altında toplam emek zamanının ancak bu kadarını bu özel üretim türü için kullanabilmektedir. Ama artı-değerin ve onun nesnel koşullarının genel olarak ne kâr, ne de rantın özel biçimi ile hiç bir ilgisi yoktur. Bu koşullar, hangi özel biçime bürünürse bürünsün, artı değer için geçerlidirler.

Değerin İki Yönü

Kullanım değerinin K. Marx'ın öğretisinde ne denli önem taşıdığı aşağıda verilen örnekle de bir kez daha anlaşılır. Kullanım değeri, kapitalist ilişki içinde hiç de ön planda olan bir unsur değildir. Bir başka deyişle kapitalizm, esasen meta üretimine dayalıdır. Kullanım değeri, meta ilişkileri içinde ikinci sırada kalan bir olgu niteliğindedir. Kullanım değeri üretimi hiç akla gelmez; temel amaç değişime yönelik meta üretimi olunca, kullanım değerinin gözden düşmesi kaçınılmazdır.[14] Bu konumu da kazanılmış bir konum değil; bırakılmış, kendi kendine edinilmiş bir konumdur. Bunun nasıl yapıldığını ayrıntılı olarak açıklamadan önce, K. Marx'ın kapitalist işleyiş içinde kullanım değeri olgusunun yerini ve önemini belirten aşağıdaki çözümlemesini aktaralım.

Öteden beri, bir metanın günlük konuşma diliyle de olsa, hem kullanım değerinin, hem de değişim değerinin olduğu söylendi. Oysa bu, doğrusunu söylemek gerekirse, yanlıştır. Bir meta, bir kullanım değeri, ya da bir yararlılık nesnesi ve bir değerdir. Metanın bu ikili niteliği, değişim değeri biçimini alır almaz ortaya çıkar. Tek başına bu biçimi hiç bir zaman almaz; ama ancak farklı türden başka bir meta ile bir değer karşılaştırması veya değişim ilişkisi içine girdiğinde bu biçime dönüşür. Ancak biz bunun bir kez bildikten sonra, bu anlatım şeklinin zararı olmaz ve ancak anlatımı yalınlaştırma açısından yarar sağlar.

Kullanım değerinin yukarıda tanımlandığı kadarıyla aldığı yeni biçimi, pek de anlaşılır gibi görünmemektedir. Gerçekte bu karmaşıklık, meta ilişkilerinden kaynaklanır. Malların üretiminde amacın insan ve toplum gereksinimlerini karşılamanın dışında, yabancılaşma sonucu meta biçimine dönüşme nedeniyledir bu karmaşık durum. Bu anlamda, gerçekte K. Marx'ın değer konusunda gereksiz bir karışıklık yarattığı tespitleri bir bakıma geçerlidir.[15] Şöyle ki, değer yasası çok karmaşık yapıdadır. Ancak bunda K. Marx'ın bir kusuru olamayacağı açıktır.

Üretimde Kullanım DeğeriKapitalist ilişkilerin en temel biçimi olan sermayenin dolaşımı, üç aşamada kendini gösterir. Birinci aşamada, kapitalist meta ve emek pazarına alıcı olarak girer; parasını metaya dönüştürür; yani P-M dolaşımını gerçekleştirir. İkinci aşamada, satın alınan metaların kapitalist tarafından üretken tüketimi gerçekleştirilir. Burada kapitalist, meta üreticisi olarak davranır; sermayesi üretim sürecinden geçer. Sonuç, üretime giren öğelerden daha fazla değer taşıyan bir metadır. Üçüncü aşamada ise, kapitalist pazara satıcı olarak geri döner, metaları paraya dönüştürür; yani M-P dolaşımını gerçekleştirir. Kapitalist üretimin temel aşamalarını gösteren bu üç aşama, P-M ... R ... M'-P' olarak gösterilir. Burada P sermayeyi, M metayı, R ise üretken sermayeyi gösterir. Aradaki noktalı kesim, dolaşım sürecinin kesintiye uğradığını, üstel olarak gösterilen P' ve M' ise bir önceki sermaye ve metanın artı değer ile artmış olduğunu belirtir.

Bu dolaşım sürecinde temel işlevlerden biri, malların kullanım değeridir. Şöyle ki, M'-P' doğrudan satış sürecini gösterir. Bu son aşamada artı değer içeren meta, M', satış sürecine sokularak yine bir önceki sermaye olan P ile kıyasla bir fazlalık içeren P' dönüşümü gerçekleştirilir. Bir başka deyişle, bu üç aşama ile oluşan süreç soncundan P' > P olacak biçimde sermaye kendini büyüterek yenilemiş olmaktadır. Bu işlem, M' satışı ile gerçekleştirilir, ama aynı zamanda M satın alışı da zorunludur. Bir yerde üçlü aşama, bir yanı ile satın alma, diğer yanıyla da satış işlemlerini içerir. Son çözümlemede meta, satın alınan nesnenin niteliğine göre ister bireysel, ister üretken olsun, tüketim sürecine girmek için yalnızca kullanım değeri için satın alınmıştır.

Görüldüğü gibi, kapitalist üretimde kullanım değeri, tek bir süreç içinde ikili nitelik taşıyacak biçimde devreye girer. İlk aşamada sermaye, üretim sürecine satın alma aracılığı ile girer. Bu kapitalist ilişki içinde değişim değeri üzerinden gerçekleşirse de, gerçek amaç bu değişim değil, ama üretken sürece girecek biçimde bir malın elde edilmesidir. M -> M' dönüşümü sonrasında sermaye iyice belirsiz konuma gelir. İlk kullanım değeri kaybolur. Üretken çabanın ve sürecin sonucunda ortaya çıkan yepyeni mal yüzündendir bu kayıp. İlk duruma göre, belli bir değişim değeri olan bir meta, yepyeni bir biçim kazanmıştır; bu yeni biçimi ile üretken sermaye, artık tümüyle biçim değiştirmiştir. Son olarak, P->P' dönüşümünde kullanım değeri bir kez daha kendini gösterir kapitalist için bu dönüşümün tek güvencesidir.

Hatırlanacaktır, gerçekte bir malın hem kullanım değeri, hem de değişim değerinin olamayacağı söylenmişti. Gerçekte de sermayenin bu üretken çabasından sonra ortaya çıkan şey, değişim değeri değil, kullanım değeridir. Bu malın henüz değişim değeri yoktur. Satın alınan bir metanın, onun önceki emek ürünü üzerinde sermaye ve yeni bir emek katılması sonucunda satılabilir bir meta durumuna gelmesi garanti değildir. Bu, ancak yeni bir kullanım değeri yaratılabildiği zaman mümkündür.

Ama K. Marx, burada bir konuda uyarıda bulunur. Sermayenin yeniden üretimi için gerekli olan süreç, birbirini izliyor olmalıdır. Burada ayrıntılarına girilmeyecek bir süreç sonucunda sermayenin ve paranın artı değere karşılık gelen kısmı olan p-m ile P-M birbirinden tümüyle ayrılabilir. Basit yeniden üretim sürecinde, sermayenin çevriminin sürekliliği, ayrı ayrı m-p-m ve M-P-M olarak sürdürebilir. Kısaca, burada sürekli olarak bir kullanım değeri üretimi söz konusu olmaktadır. Ancak bir farkla ki, kapitalist üretimin temel amacının kullanım değeri üretiyor olmakla birlikte, tüm amacının bu olmadığını belirmek gerek. Yani, bazı ekonomistlerin dediği gibi, kapitalistin üretim çabaları şu ya da bu biçimde tüketilmek üzere bir meta veya kullanım değeri yaratmak ve bunları yalnızca yerlerine farklı kullanım değerleri almak veya bu kullanım değerleri ile değişmek için ürettiğini söylemek doğru olmaz. Bu husus ileride yeniden ele alınacak.[16]

Dolaşım Sürecinin EtkisiYukarıda, sermayenin üç aşamada kendini yeniden üretme sürecinin dolaşım ve üretim evrelerini bir arada içerdiği görülür. P-M ile M'-P' dolaşım evresini, R ise üretim evresini gösterir.

Meta üretiminde dolaşım, tıpkı üretimin kendisi kadar gereklidir ve bu nedenle dolaşım öğelerinde de en az üretim öğeleri kadar gerek vardır. Yeniden üretim süreci, sermayenin her iki işlevini de içerir.

M-P ile P-M arasında, metalar ile paranın biçimlerindeki farklılıkla hiç bir ilişkisi bulunmayan, ama üretimin kapitalist niteliğinden ileri gelen bir fark vardır. Gerçekte M-P ve P-M eylemlerinin her ikisi de, yalnızca belli değerlerin, bir biçimden diğerine çevrilmesidir. Ama M'-P' aynı zamanda M' içinde bulunan artı değerin gerçekleşmesidir. Yani satış, satın almadan daha önemlidir. Normal koşullar altında P-M, P ile anlatılan değerin kendisini genişletmesi için gerekli bir eylemdir, ama artı değerin gerçekleşmesi değil.

Bir metanın var oluş biçimi, yani kullanım değeri olarak varlığı, meta sermayenin dolaşımı, yani M'-P' eylemine belli sınırlar koyar. Kullanım değeri doğa tarafından yok edilebilir. Bu nedenle kullanım amacına bağlı olarak, belli sürede üretken olarak ya da bireysel tüketime yönelik kullanılmazsa, bir başka deyişle, belli bir sürede satılmazsa bozulabilir veya teknik olarak eskiyebilir. Bu durumda kullanım değeri, değişim değeri taşıyıcısı olma özelliklerini yitirir. İçerdikleri sermaye değeri ve sonuç olarak bünyelerindeki artı değer yok olur gider. Kullanım değerleri sürekli yenilenmedikçe, yeniden üretilmedikçe, aynı ya da başka bir yeni kullanım değeri ile yerine konulmadıkça, durmadan kendini genişleten sermaye değeri taşıyıcıları olarak kalamazlar.[17]

Kullanım Değeri ve Ekonomi PolitikK. Marx'ın değer konusunda gereksiz bir ayrım yaptığı ve gereksiz karışıklığa yol açtığı, bu nedenle de onu izleyen yandaşlarının sosyalist topluma özgü bir değer yasası geliştiremediği ve durumda kaldığı, vs. gibi eleştiriler, olsa olsa K. Marx'ı anlamamış olmaktan kaynaklanır. K. Marx kullanım değerini, burada özetlendiği gibi, değer ile ilgili çalışmalarında temel alır. K. Marx'ı eleştirenler, onun kullanım değerini ekonomi politiğin ilgi alanına dışında tuttuğunu söyler. Oysa kullanım değeri, K. Marx için değer kavramının maddi temelini oluşturur; onun üzerinde değer kavramının yükselir. Kullanım değeri, bir metanın tüm fiziksel özellikleri yanı sıra, onun yaratılması için harcanan emek, içinde artı değer içeren malın ortaya çıkışı, dolaşıma girişi; kısaca, kapitalist süreç içindeki bu değişim değeri ilişkisini bütünüyle etkiler. Ama K. Marx, bunlara karşın şunu da eklemekten çekinmez: kullanım değeri, ekonomik bir kategori değildir! Onun ekonomi politik içindeki karşılığı, değişim değeridir.

Durum böyle olunca, artık onun ekonomik yasalar ve kurallara göre ölçülebilmesi, bu ölçü ile değerlendirilebilmesin ve bir ilişki ya da bir varlık olarak ekonomik hayatta yer alabilmesine olanak yoktur. Kullanım değerinin ölçülebilir olduğuna ilişkin çabalar da bu anlamda tutarsızlık ve iki yüzlülüktür ve tam olarak K. Marx'ı karalama amacını taşır.[18]

K. Marx, malların kullanım değerinin onların toplumsal nesnelliğini oluşturduğu çalışmalarının en başında söylenmişti. K. Marx'ın, kendisine yöneltilen eleştiriler bazında bu konuda söylediklerini özetlemekte yarar var.

Servetin toplumsal biçimi ne olursa olsun kullanma değeri, onun her zaman içeriğini oluşturur; bu içerik, her şeyden önce toplumsal biçime karşı ilgisizdir.

Buğdayın tadı, onu Rus serfi, Fransız küçük köylüsü veya İngiliz kapitalistin yetiştirmiş olmasından anlaşılmaz. Toplumsal gereksinmelerin konusu, bu bakımdan toplumsal bütüne bağlı olmakla birlikte, kullanım değeri, üretimin toplumsal ilişkilerini anlatmaz. Örneğin, kullanım değerini anlatan bir elmas ele alındığında, onun meta niteliği ilk bakışta anlaşılmaz. Yosmanın boynunda ya da camcının elinde estetik veya teknik gereksinimleri karşılamak üzere kullanım değeri niteliği olarak o bir elmastır, meta değildir.

Öyle görünüyor ki, metanın kullanım değeri alması zorunlu bir koşuldur, ama kullanım değerinin meta olması gerekli değildir. Kullanım değeri, herhangi bir kesin ekonomik belirleme ile ilgisiz bulunduğu zaman, bir başka deyişle, kullanım değeri, ancak kullanım değeri olarak ele alındığı zaman, ekonomi politik alanına girmez. Kullanım değeri, ancak kendisi kesin bir ekonomik belirleme oluşturduğu zamandır ki, ekonomi politik alanına girer. O zaman kullanım değeri, belirli bir iktisadi ilişkinin, değişim değerinin doğrudan doğruya ortaya çıktığı bir nesnel temel oluşturur.

Marksist Değer Yasasının Diyalektiği

K. Marx'ın değer yasasına getirdiği boyut, onun diyalektik bir biçimde yorumlanmasını gerekli kılar. Bu diyalektiği yakalayamayanlar da, değer olgusunun bu ikili niteliğine bakarak K. Marx'ın hiç de gerekli olmayan bir ayrım getirmiş olduğunu, bu nedenle de karışıklık yarattığını ileri sürer.

Değer yasasının diyalektik yorumlanışı ve çözümlenişi boşuna değildir. K. Marx, doğa bilimci değil, bir toplum bilimciydi. Toplumsal bilimlerde varlıklar kadar, bu varlıkların aralarında ve bunların üzerinde yükselen üst yapı ile olan ilişkiler de önem taşır. Varlıkları anlamanın yolu onların bu konumunu göz önünde bulundurmalıdır. K. Marx, bunların farkındaydı ve gerçekte de onun yönteminin özü buydu.

Benzer yöntemi K. Marx değer konusunda yaptığı incelemelere de uyguladı. Değer olgusunu salt somut olarak değil, ancak toplumsal ilişkileri yansıtan soyut yönü ile ele aldı.

K. Marx'a göre meta, kullanım değeridir, kumaştır, elmastır, makinedir, vb., ama aynı zamanda meta olarak kullanım değeri değildir. Eğer meta, sahibi için kullanım değeri olsaydı, yani kendi öz gereksinimlerini doğrudan doğruya tatmin edecek araç olsaydı, meta olmazdı. Meta, onun için daha çok kullanım değerinin yokluğudur; yalnızca değişim değerinin aktif desteği olarak kullanım değeri, değişim aracı olur. Sahibinin elinde meta, ancak değişim değeri olarak kullanım değeridir. Demek ki, metanın ilk önce, başkaları için kullanım değeri olması gerekir. Kendi sahibi için kullanım değeri olmadığına göre, başka bir metanın sahibi için kullanım değeridir. Böyle olmasaydı, sahibinin emeği, yararsız emek olurdu. Ve bu emeğin sonucu da meta olmazda. Öte yandan, bunun kendisi için kullanım değeri olması gerekir, çünkü bu, kendi geçim aracı içinde bulunan metanın dışında, başkalarının elindeki metaların kullanım değeri içindedir. Meta, kullanım değeri olmak için, kendisinin karşıladığı özel gereksinmeyle karşılaşmalıdır.

Demek ki, metaların kullanım değerleri, evrensel olarak elden ele geçerek değişim değerleri oldukları ellerden kullanım konusu oldukları ellere geçerek yeniden kullanım değerlerine farklılaşırlar.

K. Marx, tek tek emek üretiminin ne denli toplumsal bir ilişki içinde ele alınması gerektiğini somut olarak şu biçimde gösterir: Eğer tek başına ele alınan meta, kullanım değeri bakımından başlangıçta bağımsız bir nesne gibi görünüyorduysa, değişim değeri olarak daha başlangıçta, bütün öteki metalar ile ilişkisi bakımından değerlendirilmekteydi. Ama bu ilişki, düşüncede var olan kuramsal bir ilişkiydi. Bu ilişki, ancak değişim süreci içinde belirir. Öte yandan, onu üretmek için harekete getirilen belirli bir emek zamanı miktarı içerdiği ölçüde ve böylelikle somutlaşmış emek zamanı olduğunda meta, elbette ki değişim değeridir.

K. Marx burada kullanım ve değişim değerlerinin sırasıyla özel ve genel içeriğini anlatır. Kullanım değeri olarak mal, somut bir emek ürünüdür. Bu yanıyla özel bir durumu anlatır. Ama bu durumuyla bir değişim değeri olamaz. Meta olabilmesi için, ilk önce değişim değerine farklılaşmak zorundadır. Kullanım değeri yaratan emek, biçimin ve nesnenin gerektirdiği bir sürü emek türlerine bölünen somut ve öznel bir emek olmasına karşılık, değişim değeri kazanması sonrasında o, artık genel soyut ve özdeş bir emektir.

Değerin Basit Biçimi

Değer, bir yanıyla belli bir zenginlik, varlık, ya da her neyse, bir olguyu belirttiği gibi, aynı zamanda bir değişimi de belirtir. Değişim olmadan değerin olması anlamsızdır. Burada bir varlık, zenginlik, ya da her neyse, olması gerekir. Ama bunlar da değişim için olmalıdır. Bu ikili durum, birbirleri için zorunludur. Biri olmazsa, diğeri olmaz. Birinin varlığı, diğerinin varlığını gerektirir. Bir başka biçimde anlatılırsa, diğer, aynı zamanda bir değişimdir. Belli bir faz farklı ile ilk önce değer olacak, bunu değişim izleyecektir.

İnsanların varoluşu ile birlikte topluluk içinde yaşamaları, bu toplulukların gelişme süresi onların tarihleri ile eşzamanlı bir olgudur. İnsan ve onun ait olduğu toplumu birbirinden ayırmak olanaksızdır. Kuşkusuz, hayvanlar için de geçerli olan bir durumdur bu. Ama insanlar için daha bir başka anlamı vardır toplumsal varlık olmanın. Böylelikle insan, kendini tanimleyen bir kişiliğe bürünmüş olur gerçekte. İnsan tarihinin yazılı tarih ile başladığı söylenir. Gerçekte yazı, bir toplumsal eylemdir. Öyleyse, insan tarihini, onun toplumsal birey olmasına kadar geri getirmek yanlış olmaz.

İnsan yaşamında toplumsal olmanın bir ileri adımı, farklı topluluklar arasında kurulan ilişkidir. Artık böylece topluluklar olarak öngütlenmiş insan gruplarının meşrulaşması söz konusu olacaktır. Bir başka deyişle, bir başka insan topluluğu, o tupluma bir olgu olarak yaklaşacak, raslantısal birliktelik olarak yorumlanmayacak, ama onu belli bir bütünlüğü ve yapısı olan bir örgütlü oluşum olarak algılayacaktır. Bu algılama eylemi, en somut biçimiyle, iki insan topluluğu arasında takas biçiminde yapılacak mal değişimi ile kendini gösterecektir.

Bir ölçekteki A metası ile yine farklı bir ölçekte B metası ile değişebilecektir. Öyleyse, o ölçektesi A metası, belirtilen ölçekteki B metası ile aynı değerdedir.

İlkel topluluklardaki takas işleminin temeli ne olabilir?[19] İlk temel, farklı toplulukların uzmanlaşmış oldukları farklı üretim eylemi sonucu olan ürünlere karşılıklı olarak gereksinim duyulmasıdır. Farklı ürünlere olan gereksinimin somutlaştığı kullanım değerleri, farklı iki topluluğu takas biçiminde değişime yöneltmektedir. Metaların değiştirilmesinde ilkel topluluklarda ortaya çıkan dürtü, temelde günümüze kadar süregelen ile aynıdır: Bu ürüne olan gereksinim. Buraya kadar durum anlaşılabilir niteliktedir. Bin önceki bölümde de bu incelenmişti. Ancak, yukarıda da belirtildi. Değişime konu olan A metası, bir B metasının belli bir ölçüsü ile değiştirilmektedir. O halde şu soruyu sormak gerekiyor: İlkel topluluklardan başlayarak, günümüze kadar her ikisi için ortak olan bu ölçüler nasıl belirlenmekte ve nasıl ortaya çıkmaktadır?

Değer kavramı ile ilgili sorun bu soruya indirgenir. Bu nokta oldukça önem taşır. Daha yakından bakıldığında, değer kavramı konusunda bütün buraya kadar yapılan değerlendirmelerin bu soru çevresinde kümelendiği görülür. Bu sorunun yanıtı aranan çözümü verecektir. Bunun için de yanıtın adım adım verilmesi gerekmektedir.

İlkel topluluklardan başlayarak ortaya çıkan değişim eşitliğinin daha açık kavranılması için yukarıda belirtilen örnekten hareket edilebilir. Değişime konu olan A metası, bir B metasının arasındaki ilişki, K. Marx’ın verdiği örnekte olduğu gibi, 20 yarda keten bezi = 1 ceket olsun. Bu değişim kurgusu bağlamında, etkili olan unsur, her iki metanın bir değişim değerine sahip olmasıdır. Ama biraz daha yakından bakıldığında, bu “değerli olma” olgusunun değişim ile bağlantılı olduğu görülecektir. Yani, değer değişim amacı ekseninde ortaya çıkar. Değişim eylemi, bu noktada iki aşamadan oluşur. Birinci aşamada, ürünlerin kullanım değerleri olmalıdır. Bu konuda değişime katılan iki farklı toplum üyeleri, birbirleri hakkında bilgi sahibi olduğu varsayılarak, değişim amacı doğrultusunda karşı karşıya gelmektedir. Daha sonra taraflar, her ne biçimde oluyorsa, yukarıda belirtilen eşitliğe göre bir değişim eylemi gerçekleştirir. İşte değer olgusunun bütün sırrı, bu basit biçimde gizlidir. Ama basit olduğu kadar o ölçüde de çözümlenmesi oldukça güç bir sır.[20]

Görüldüğü gibi, değişim sürecinde oluşan eşitlikte iki taraf yer alır. Biri, tanımlanan, diğeri de tanımlayan. Tanımlanan, yukarıdaki örnekte keten bezi. Tanımlayan ise ceket. Gerçekte, ikinci tarafın da birinci taraf ile tanımlanabilceği akla gelebilir. Ama burada verilen bir değer içeren ceketin keten tarafından tanımlanabileceği düşünülmesin. Bu kendiliğinden tanımlanmıştır; yani kabul görmüştür. Onun ayrıca tanımlanmasına gerek yoktur. O kendini değer içermekle değil, ama genel kabul görmüş olmakla betimler. Ama onun işlevi, değer içeren başka varlığın bu özelliğini tanımlamış olmaktır. Çünkü bunun bir başka biçimde olması akıl dışıdır. 20 yarda keten bezinin yine kendisine eşdeğer olması beklenemez. Keten bezi, ancak göreceli olarak, bir başka meta ile kıyaslanarak ölçülebilir. Ama bu yapılırken, bir taraftar değer, diğer tarafta da değerin göreceli eşdeğer ölçüsü olması gerekir. Öyleyse, bu eşitliğin birinci yanında göreceli değer, ikinici yanında ise eşdeğer biçimler var. Şimdi, bunlara biraz daha yakından bakılması gerekiyor.

Göreceli Değer: Niteliksel Bakış

İki metanın değer ilişkisi içinde saklı bulunan bir metanın değerinin yalın tanımlamasını ortaya çıkarabilmek için, ilk olarak bu ilişkiyi nicel olmayan bir biçimde ele almak gerekiyor. Değer ilişkisinde birbirine denk olduğu bilinen iki farklı türden olan, farklı büyüklükler vardır ve biçimde iki metanın nicelikleri arasında bir oran ya da ilişki aramak olanaksızdır. Ancak bu ikisinde bulunan değerlerin aynı birim ile tanımlanabilir olmaları durumunda birbirleri ile nicel olarak kıyaslaması yapılabilir.

Yukarıdaki eşitlik verilirken de bu yapılmıştır. Burada sayılar önem taşımaz. Eşitliğin temeli, Keten bezi = ceket tanımlamasıdır. Ancak burada iki meta artık aynı işlevde değildir. Burada anlatılan, yalnızca keten bezinin değeridir. Peki nasıl? Eşdeğeri, ya da kendisi ile değiştirilebilir bir nesne olan ceket, bu tanımlamada temel elınmıştır. Bu ilişkide ceket, değerin varoluş biçimi, içinde somutlaşan değerin yer alıyor olması ile keten bezine eşitlenir. Öte yandan, keten bezi de bu eşitliğin kurulabilmesi iledir ki, artık kıyaslanabilecek ve değiştirilebilecek bir varlık durumuna gelir.

Denebilir ki, değer metalarda donmuş halde bulunan insan emeğidir. Ama bu tanımlama, soyut düzelde doğru olabilir. Ancak yine de bu soyut kavram nesnel bir biçimde dile getirilmiş olmaz. Değişim, soyut bir olay değildir. Ceket ile keten bezini eşdeğer yapmakla, ilkinde somutlaşan emek ikincisindeki ile eşitlenmiş olur. Gerçi her iki meta üretiminde farklı emek türleri kullanılmıştır, ama denkleştirme; her iki tür emekte de gerçekten eşit olan bir yere, ortak nitelikteki insan emeğine indirgenmiş olur. Öyleyse, dokumacılığın da terzilikten farklı bir çaba olmadığı, her ikisinin de soyun insan emeği olduğunu söylenmiş olur. Değer yaratan emeğin özgül niteliğini ortaya koyan, ancak farklı türden metalar arasındaki eşdeğerlik tanımlamasıdır. Soyut insan emeği, farklı türde metalarda farklı biçimlerde somutlaşmış demektir.

Değer kavramının temelini oluşturan insan emeğinin de bir özelliğine deyinmek gerekir. Yararlı eylem durumunda olan insan, işgücü ya da insan emeği değer yaratır, ama kendisi değer değildir.[21] Ancak nesne biçiminde somutlaştığı zaman, donmuş durumda iken bir değer oluşturur. Keten bezinin değerini, donmuş insan emeği olarak tanımlamak için, bu değer nesnel bir varlıkmış gibi, hem keten bezinden farklı bir somut varlık, hem de bütün keten bezleri ile öteki her türlü metada ortak bir unsurmuş gibi tanımlanmış olmalıdır. Artık sonuç çözümlenmiş olmaktadır.

Eşitliğin ceket tarafında olup bitenlere biraz daha yakından bakmak, gerekiyor. Ceket, keten ile bir eşdeğerlik oluşturmuştur. Böyle olduğunda, karşılığı nedeniyle ceket, değeri nedeniyle nitel olarak sanki keten bezine özdeşmiş gibi; bir yerde aynı cinsten bir nesneymiş gibidir. Bir bakıma ceket, bu özdeşlik içinde, değerin elle dokunulur biçimi gibidir. Oysa ceketin kendisi metanın cismidir; ceket yalnızca kullanım değeridir. Bu hali ile ceket, değer konusunda elde mevcut bir keten bezi parçasından fazla bir şey anlatmaz. Bu da, keten bezi ile değer ilişkisi içine girdiğinde ceketin daha bir anlamlı hale geldiğini gösterir: bu tıpkı gösterişli üniforması içinde çalım satan birinin kendini sivil giyimli olduğundan daha önemli görmesine benzer.

Demek oluyor ki, keten bezi metasının değeri, ceket metasının maddi biçimi ve onun kullanım değeri ile tanımlanıyor. Kullanım değeri olarak keten bezi, ceketten oldukça farklıdır, ama değer olarak ceket ile aynıdır. Böylece keten bezi, kendi fiziksel biçiminden farklı bir değer biçimine bürünür. Değeri, ceketle eşitlemesi ile ortaya çıkar. Demek ki, bu benzeşme içinde keten bezi, kendi değerinin insan emeğinin soyut niteliği içerisindeki emeğiyle yaratıldığını, ceketin keten bezi değerinde olduğunu, ceket ile ortak özellikler içeren emek ile üretildiğini, değer olarak taşıdığı nesnenin kendi kaba saba nesnesinden daha farklı olduğunu anlatmak ister gibidir. Değerin gerçekte alımlı bir ceket görünüşünde olabildiğini ve dolaysıyla da bir değer taşıdığı sürece o sevimsiz dış görünüşüne karşın ceket ile aynı iki bezelye tanesi gibi birbirine benzediği ortaya çıkar.

Böylelikle, eşitliğin karşı tarafında olan B metasının maddi biçimi, A metasının, eşitliğin bu yanında olan ve kendini tanıtmaya çalışan metasının değerinin yansıdığı ayna olur. A metası, B metasını, kendi değer tanımlamasının aracına dönüştürüyor, B’nin kullanım değeri ile anlatılan A’nın değeri, göreceli değer biçimini alıyor.

Niceliksel Bakış Açısı

Yukarıda, denkliğin niceliksel olarak kurulması ve Keten bezi = ceket ilişkisinde yatan öz aktarılmaya çalışıldı. Bu ilişkideki farklı iki yan oluşunun önemi vurgulandı. Şimdi, bunun niceliksel olarak de kurulması gerekir. Yani, belli ölçüde keten bezi, belli sayıda ceket ile denkleştirilmek durumunda.

İşin içine nicelik girince, 20 yarda katan bezindeki donmuş emeğin ölçüsünün, 1 ceket içindeki donmuş emek ile özdeş olduğu söyleniyor demektir. İki meta da aynı ölçüde emeğe ve aynı nicelikteki iş zamanına mal olmuşlardır. Ama kuşkusuz, nicelik işin içine girdiğinde, eşitlikler karmaşıklaşır: farklı iki üretim tarzında üretkenlikte bir değişiklik olduğunda bu eşitlik değişebilecektir.

Karşılıklı değişiklikler çok yönlü ortaya çıkabilir. Ceketin değeri değişmezken, keten bezinin değeri şu ya da bu sebeple artar ya da azalır. Bu durumda denklik, kendini nicel olarak 20 yarda keten bezi = 2 ceket ya da 20 yarda keten bezi = ½ ceket biçiminde gösterebilir. İkinci olarak, ceketin değeri değişirken, keten bezinin değeri değişmeden kalabilir. Bu durumda eşitlikler, yeniden yukarıda anlatıldığı gibi kurulabilir. Bunun dışında, keten bezi ile ceketin üretimi için gerekli iş zamanı ve dolaysıyla bu metaların değerleri, aynı zamanda aynı yönde, ama değişik oranlarda; ya teslim alma karşıt yönlerde, ya da başka biçimlerde değişebilir. Bütün bu olası farklı değişimlerin bir metanın görece değeri üzerindeki etkisi farklı niceliksel eşitliklerle tanımlanabilir.

Demek oluyor ki, değerin büyüklüğündeki gerçek değişmeler, onların göreceli değer anlatımlarına tam veya kesin olarak yansımaz. Bir metanın gereceli değeri, değeri değişmediğinde bile değişebilir, değeri değişse bile göreceli değer değişmeyebilir ve son olarak değerin göreceli tanımlamasında aynı zamanda ortaya çıkan değişmelerin ölçü olarak birbirine denk düşmeleri gerekmez.

Eşdeğer Biçim

Keten bezi = ceket eşitliğinde, keten bezi metasının ceketin süslü üniformalar içindeki kullanım değeri ile tanımlanırken, bunun ikinci metaya özgü bir değer biçimi; bir başka deyişle, eşdeğer biçimi verdiği yukarıda belirtilmişti. Keten bezinin bir değeri olması, ceketin kendi maddi biçiminden farklı bir değer biçimine girmeden, keten bezine eşitlenmesiyle ortaya çıkar. Bir metanın eşdeğer bir biçim alabildiği söylenirken, aynı zamanda onun diğer metalar ile değişebilir olduğu anlatılmış olur.[22]

Ceket değer denkleminde eşdeğer duruma girdiği andan itibaren kendi değeri nicel bir tanımlama olmaktan çıkar. Demek ki ceket, 20 yarda keten bezinin değerini anlatıyor, ama bu anlatım içinde kendi niceliğini asla belirtmez. Örneğin, 40 yarda keten bezinin değeri nedir? 2 ceket. Burada ceket metası, eşdeğer konumda olduğu için ve kullanım değeri ceket, keten bezinin karşısında değerin somutlaşması olarak sayıldığı için, keten bezindeki belirli nicelikteki değeri anlatmak için belirli sayıda ceket yeter.

Hiç bir meta, kendisi ile eşdeğerlik ilişkisine giremez. Kendi somut biçimini kendi değerinin anlatımı için kullanamaz. Bu nedenle, her metanın değer olarak başka bir meta seçmesi ve onun kullanım değerini, yanı nesnel biçimini kendi değer biçimi olarak kabul etmesi gerekir.[23] Bu şu şekilde de anlatılabilir. Şekerin bir ağırlığı vardır, ama bu ağırlık görünmez ve dokunulamaz. Şekerin ağırlığını bulmak için önceden ağırlıkları saptanan demir ağırlıklar kullanılır. Demir, burada artık ağırlıktan başka hiç bir şeyi anlatmaz. Bu nedenle, belli nicelikteki demir, şekerin ağırlığının ölçülmesine yarar artık. Demir, bu konumunu ancak bu ilişki içinde, ağırlığı belirlenecek olan şekerin demir ile girdiği kıyaslama ilişkisi içinde yer alır. Nasıl demir bu ilişkide artık bir ağırlık ölçüsünden başka bir konumda düşünülebiliyorsa, yukarıda verilen eşitlikte de ceketin nesnelliği, keten bezi karşısında yalnızca değeri anlatmak içindir.

Keten bezinde göreceli bir değer vardır. Bu, gerçekte toplumsal bir ilişkiyi gösterir. Ama bunun tanımlanması, eşdeğer biçimde somut, nesnel bir karşılıkla, bir kullanım değerini anlatan ceketle yapılır. Bu nesnel değerini doğadan almıştır. Kuşkusuz, göreceli ve eşdeğer konumlar, karşılıklı eşdeğerlik konumunda geçerlidir.[24]

Eşdeğer işlevini gören metanın maddesi, soyut insan emeğinin somutlaşmış görünüşüdür. Farklı iki türden somut emeğin birbirine denk düşmesinin bir başka anlamı daha var. İşte şimdi eşdeğer biçimin ikinci özelliği ile karşı karşıya kalınır. Eşdeğer biçim, aynı zamanda soyut insan emeğinin ortaya çıkış biçimidir. Keten bezindeki somutlaşmış emek, bütün diğer meta üreten emekler gibi, bireylerin özel emekleri olmakla birlikte, aynı zamanda doğrudan doğruya toplumsal nitelikte bir emektir. Bir üründeki sonuçların başka metalar ile doğrudan değişebilmesinin nedeni de budur. Buradan, eşdeğer biçimin üçüncü özelliğine gelinir: bireylerin özel emekleri, karşıtlarının biçimini, diğer bir deyişle, doğrudan doğruya toplumsal emeğin biçimini alır.[25]

Değerin Yalın Biçimi

Bir metanın değerinin yalın biçimi, bir başka türde meta ile olan değer ilişkisini anlatan yukarıdaki eşitlik ile tanımlanır. Bu eşitlikte, anlatım biçiminin yakından incelenmesi, karşılıklı ilişki içinde A’nın nesnel biçiminin yalnızca kullanım değeri olarak, B’nin nesnel biçiminin ise yalnızca değer biçimi olarak yer aldığını ortaya koymaktadır. Her meta içinde varolan kullanım değeri ile değer arasındaki karşıtlık ya da zıtlık, iki metanın birbirleri ile böyle bir ilişki içine girmesiyle, ya da değeri tanımlayacak metanın doğrudan doğruya yalnız kullanım değeri, bu değerin kendisi ile tanımlanacağı meta ise doğrudan doğruya yalnız değişim değeri olarak yer aldığı zaman açığa çıkmış olur. Böylece, bir metanın değerinin yalın biçimi, bu metanın içerdiği kullanım değeri ile değer arasındaki karşıtlığın ortaya çıktığı basit biçimdir.

Emeğin her ürünü, her toplumsal durumda bir kullanım değeridir. Ama bu, toplumun gelişiminin belli bir aşamasında meta olur ancak. Bu aşama da, yararlı bir nesnenin üretimi için harcanan emeğin, bu nesnenin genel niteliklerinden birisi; onun değeri olarak tanımlandığı aşamadır. Buradan şu sonuç çıkar: yalın değer biçimi, aynı zamanda bir emek ürününün, tarih içinde meta olarak ortaya çıktığı ilkel biçimdir.

Değerin yalın biçiminin eksiklikleri hemen kendini gösterir. Bu biçimiyle kullanılması neredeyse olanaksızdır. Onun uygulanabilir fiyat biçimini almasına kadar olgunlaşması için bir dizi değişimlerden geçmesi gerekir.

A ile B metalarının karşılıklı olarak bu biçimde ilişkiye girmeleri yeterli değildir. A ile B artık değişebilirler, ama A kendinden farklı, ama yalnızca B ile ilişkiye girebilir, oysa diğer bütün metalar ile olan nicel ilişki henüz daha belirgin değildir.

Genişletilmiş Göreceli Değer

Yalın biçimiyle anlatılmış ve birden çok meta ile ilişkilendirilmiş aşağıda verilen tanımlamalar, örneğin, 20 yarda keten = 1 ceket, 10 libre çay veya 40 libre kahve veya 1 kile buğday, vs. aracılığı ile bir meta birden fazla meta ile tanımlanmış olsun. Burada keten bezi sayısız başka metalar tarafından tanımlanabilmektedir. Diğer metaların değeri, artık keten bezinin değerinin aynası durumundadır. Böylece şimdi keten bezinin değeri, kendisini farklılaşmamış insan emeğinin donmuş durumu olarak gerçek yüzü ile göstermiş oluyor. Çünkü kendisinde somutlaşan emeğin, artık ceket, ya da çay ya da kahve biçiminde somutlaşmasının hiç bir önemi olmadığı apaçık ortaya çıkmış oluyor.

İşte bu biçimiyle değerin özü daha açık bir biçimde tanımlanabilmektedir. İlk durumda keten bezi, rastlantısal da olsa her ne biçimde olursa olsun, değişim amacıyla belli bir niceliksel oran ile tanımlanmıştı. Ama şimdi bu tanımlama, aynı zamanda yine belli niceliksel tanımlamalarla başka metalarla da yapılabilmektedir. O zaman da, karşı karşıya gelen iki meta arasıdaki olası rastlantısal ilişki kaybolur. Bunların değerlerinin büyüklüğünü düzenleyen her neyse, metaların değişimi olmadığı daha açık durum gelir. Ama tersine, bunların değişim oranlarını denetleyen onların değerleri, büyüklükleri olduğu anlaşılır.

Yalın eşdeğer ilişkisinin, metaların değerinin anlatılması için yeterli olmadığı belirtilmişti. Genişletilmiş değer biçimi de uygulanabilir değildir. Bir kere, genişletilmiş biçimiyle bir metanın çok sayıda metalarla özgün bir denklik içinde tanımlanması gerekir. İkinci olarak da, her özel eşdeğerde maddeleşmiş özel, somut ve yararlı emek türü, yalnızca özel türde emek olarak gösterilmektedir ve bunun için de genel olarak insan emeğinin eksiksiz bir anlatımı olamaz. Gerçi insan emeği, bu biçimiyle eksiksiz olarak anlatılmış olmaktadır, ama o zaman da sonsuz dizi içideki tanımlama sürekli noksan ve birlikten yoksun olacaktır.

Değerin Genelleştirilmiş Biçimi

Şimdiye kadar görüldüğü kadarıyla, değerin anlatımında yalın ve genişletilmiş biçimler kullanılmıştır. Yalın biçimde tek tek eşitlikler kullanılmaktadır. Bu biçim, açıktır ki rastlantısal ve gelişigüzel değişimlerle ortaya çıkar ve kesin sonuç almak olası değildir. İkinci biçimde, genişletilmiş değer ile metaların değeri, olası bütün eşitliklerle anlatılmakta, kendi dışında ne varsa, keten bezi, ceket, çay, kahve, vs. her şeye eşitlenmektedir. Ancak burada çok iyi anlatılabiliyorsa da tek bir ölçüt değil, sayısız ölçüt kullanılmış olmakta ve değer, eşdeğer biçimiyle anlatılmaktadır.

Değerin yukarıda anlatılan iki biçim dışında üçüncü ve gelişmiş bir biçimi daha var. Bu biçim, metalar dünyasındaki değerleri, bu amaç için seçilmiş tek bir meta ile yani ceket ile tanımlar ve böylece bunların değerlerini bize ceket eşitliği aracılığı ile bildirir. Şimdi artık her metanın değeri, cekete eşitlenmekle yalnızca kendi kullanım değerinden ayrılmakla kalmaz, ama aynı zamanda genellikle bütün öteki kullanım değerlerinden de farklılaştırılmış ve değer tanımı özgünleştirilmiş olur. Bu biçim ile metalar ilk kez birbirleri ile değer ilişkisi içine sokulmuştur, ya da değişim değeri görünüşüne bürünmüşlerdir.

Değer tanımının ilk iki biçimde yapılması, her metanın kendi özel durumuyla ilgiliydi ve bunu ötekilerin yardımı olmaksızın yapıyordu. Değerin üçüncü genel biçimi ise, tüm meta evreninin ortak eyleminden çıkar. Bir meta, genel değer tanımını ancak tüm öteki metalar ile kazanır ve aynı anda bu metaların değerlerinin de aynı eşdeğerde anlatımını bulmuş olur. Artık her meta aynı yolu izlemek durumunadır. Buradan şu sonuç çıkar: değer, bir toplumsal ilişki olduğu için, değerlenecek olan metanın da aynı toplumsal ilişki içinde olmasını gerektirir.

Ceketle eşitlenen metalar, artık yalnızca genel değerler olmaları yönünden nitelik olarak eşit olmakla kalmazlar, aynı zamanda büyüklükleri karşılaştırılabilir duruma gelir. Örneğin, 10 libre çay = 2 ceket, 40 libre kahve = 4 ceket olursa, 10 libre çay aynı zamanda 40 libre kahve olur. Demek ki, birinde, diğerinden dört katı fazla değer özü, yani emek vardır.

Tüm metaları kapsayan göreceli değerin bu genel biçimi, aralarından seçilip ayrılan ve kendisine eşdeğer işleve verilen bir metayı -burada ceket- evrensel eşdeğer konumuna sokar. Genel değer biçimini oluşturan sayısız eşitlikler, cekette somutlaşan emeği, öteki bütün metalarda somutlaşanlara denk kılıyor ve böylece terziliği, ayırt edilmemiş insan emeğini, genel görünüm biçimi durumuna sokuyor. Genel değer biçimi, her türlü emeği, hepsinde bulunan ortak özelliğe, diğer bir deyişle, genel insan emeği ve nisan işgücünün harcanmasına indirgenmesidir.

Bütün emek ürünlerini toplumsal insan emeğinin donması olarak gösteren genel değer biçimi, metalar evreninin toplumsal özeti olduğunu bizatihi kendi yapısı ile gösterir. Bu biçim, sonuç olarak açıkça ortaya koymaktadır ki, metalar evreninde her emeğin niteliğinin insan emeği olması onun özgül toplumsal niteliğini oluşturmaktadır.

Değer Biçimlerinin Gelişmesi

Bir metanın değerinin tüm öteki metalarla anlatımı demek olan göreceli değerin genişletilmiş biçimi, bütün öteki metalara, garklı türden özel eşdeğer nitelik verir. Bundan sonraki aşamada da, özel bir meta türü, diğer metaların etkisiyle evrensel eşdeğer niteliğini kazanır. Artık değer biçiminin iki kutbu olan görece ve eşdeğer karşıtlığı, bu yeni biçimi ile çelişkiye girer.

En yalın biçimiyle anlatılan ilk eşitlikte bile bir karşıtlık vardır, ama bu henüz durağanlaşmamıştır; keten bezi ceket ile anlatılabildiği gibi, bunu tersine çevirmek de olasıdır. Bu durumda da kutupsal karşıtlığı kavramak zorlaşır. Değerin genişletilmiş biçimde de durum pek farklı değildir. Ama genelleştirilmiş biçimde, tek bir ayrıcalık ile bütün metalar, eşdeğer biçimin dışında tutulur. Bu ise değere genel toplumsal bir görecelik özelliği katar. Demek ki, tek bir meta, ceket, öteki bütün metalardan bu nitelik esirgendiği için ve esirgendiği sürece, bunların her biri ile doğrudan doğruya değiştirilebilir nitelik kazanmıştır.

Evrensel eşdeğer görevindeki meta, göreceli değer biçiminin dışında kalmıştır. Evrensel görevindeki meta, aynı zamanda göreceli değer biçimini de paylaşmış olsa, 1 ceket = 1 ceket gibi anlamsız bir yineleme yapılmış olurdu.

Para Değer Biçimi

Evrensel değer biçimi, genel anlamda bir değer biçimidir. Burada, metanın belli bir özellikte olması hiç önem taşımaz. Bu her türden meta olabilir. Bir meta, evrensel değer biçimine girmişse, bu ancak eşdeğer olarak diğer bütün metaların dışında tutulduğu için ve sürece olanaklıdır.

Eşdeğer biçim, bu anlamda toplumsal bir özellik kazandırtan sonra, artık para metaya dönüşür, ya da para olarak iş görür. Bu, artık o metanın özel toplumsal işlevidir ve bu nedenle, metalar dünyasında evrensel eşdeğer işlevi kazanmak, onun toplumsal tekelindedir. Genişletilmiş biçimde keten bezinin özel eşdeğerleri ve genelleşmiş biçimde görece değerlerin ortak olarak ceket ile anlatılan metalar arasında bu seçkin yere belli bir meta ulaşabilmiştir: altın. Öyleyse, genelleştirilmiş biçimde ceket yerine altın konduğunda, 20 yarda keten bezi, 1 ceket, 10 libre çay, 40 libre kahve vs. tümü 2 ons altına eşitlenir.

Değerin yalın biçimden genişletilmiş ve genelleşmiş biçime geçişteki değişiklikler temel niteliktedir. Altın bu gelişme sonucunda artık tüm öteki metaların karşısına para olarak çıkar. Gerçekte altın, başlangıçtaki yer yer yapılan değişim işlemlerinde basit eşdeğer olarak, ya da ötekilerin yanında özel bir eşdeğer olarak rol almaktaydı. Zamanla giderek değişin sınırlar içinde evrensel eşdeğer olarak iş görmeye başladı.

Metalar dünyasında değerin tanımının yapılmasında bu konumunu kendi tekeline alır almaz altın, para meta niteliğini kazanır ve işten ancak o zaman dördüncü değer biçimi, genelleşmiş değer biçiminden farlılaşır, değerin genel biçimi, para biçimine dönüşür.

Değer biçiminin temel öğesi, yalın biçimdir. 20 yarda keten bezi = 1 ceket. Yalın meta biçimi, para biçiminin çekirdeğini oluşturur. Paranın gerçek işlevi, metalara değerlerinin tanımlanması için gerekli ortamı sağlamak, ya da aynı ad altında, bunların değerlerinin nitel olarak eşit, nicel olarak da karşılaştırılabilir büyüklükler olarak göstermektir.

Metaların fiyatı ya da para biçimi, genellikle kendi değer biçimleri gibi, onların elle tutulur nesnel biçimlerinden oldukça farklı bir biçim, tümüyle düşünsel ve zihinsel bir biçimdir. Gözle görülmemekle birlikte demirin, keten bezinin ve buğdayın değeri, bu mallarda vardır. Onlar altın ile eşitlenmekle, düşünsel olarak algılanır bir ilişki, bir başka deyişle, yalnızca onların kayalarında var olan bir ilişki durumuna getirilmiştir.

Bütün bu anlatılanlar, bir metanın değeri olarak onun değişime sunulduğu andan başlayarak yapılan incelemeyi kapsar. Bundan sonraki bölümlerde ise, değişim sürecinde, değişim değerlerin nasıl tanımlandığı hususu ele alınacaktır.

_____________________
[1] Bilindiği gibi K. Marx. Alman İşçi Partisi Programını eleştirirken, Emeğin tüm zenginliğin kaynağıdır demenin yanlış bir tanımlama olacağını söyler.

[2] V. I. Lenin, Karl Marx'ın Öğrettikleri, 1914, s. 16.

[3] A. Nove, Uygulanabilir bir Sosyalizmin İktisadı, Belge Yay., s. 54. A.[4] F. Engele, Doğanın Diyalektiği, Sol Yay., 1982, s. 182.

[5] "Ollman, doğru bir bakışla, Marx'ın komünist toplumla ilgili asla sistemli bir anlatım vermediğine, öylesi çabaları "aptalca, etkisiz, hatta gerici şeyler" diye gördüğüne işaret eder." A. Nove, a.g.e., s. 32.

[6] “Manefesto'nun içinde geliştirilmiş olan temel ilkeler, ana çizgileriyle bugün de doğrudur. Şu yada bu ayrıntı daha doğru hale getirilebilir. Manefesto içinde de açıklandığı gibi, temel ilkelerin pratıkte kullanılması, her yerde ve her zaman tarihsel durumlara bağlıdır; onun için II. Bölümün sonunda ileri sürülen devrimci tedbirlere özel bir ağırlık verilmemelidir.” K. Marx, F. Engele, Komünist Manifesto, Bilim ve Sosyalizm Yay., s. 8.

[7] Komünist Manefesto'nun Rusça basımına yazdığı önsözde Marx ve Engele, gerçekte bir kehanette bulunduklarını şu sözlerle açıklamaktaydılar: "Komünist Manifesto'nun amacı, çağdaş burjuva mülkiyetinin yaklaşmakta olan kaçınılmaz çöküşünü ilan etmekti." K. Marx, F. Engele, Komünist Manifesto, Bilim ve Sosyalizm Yay., s. 10.

[8] Marksist diyalektiğin önermelerden biri, olumsuzlamanın olumsuzlamasıdır. Marx bunu şu biçimde yorumlar: "Kapitalizm öncesi ilkel birikim, dolaysız üreticilerin mülksüzleştirilmesinden, bir başka deyişle, kendi emeğine dayanan özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ile sağlanmıştı. Bu olanaklıdır, çünkü bireysel özel mülkiyete dayanan üretim, gelişme sürecinin belli bir aşamasında kendi yok oluşunun nesnel koşullarını da oluşturur. Emekçiler proleter olur, emek araçları da sermaye durumuna gelir gelmez kapitalist üretim biçimi ayakları üzerine basar hale gelir. Zamanla, üretimin daha ileri düzeyde toplumsallaşması ve toprağın öteki üretim araçlarını daha üst düzeyde dönüşümüne ve dolaysıyla özel mülk alanlarının daha kapsamlı mülksüzleştirilmesi ile yeni bir biçim alır. Ve şimdi de mülksüzleştirilecek olan, kendisi için çalışan emekçi değildir artık; ama pek çok emekçiyi sömüren kapitalisttir." K. Marx, Kapital, Cilt 1, 32. Bölüm, s. 802. Marx'ın bu önermesinin aynı zamanda bütünsel ve rasyonel olduğunu da görmek gerekir. Engels'in bu konudaki yorumu ilginçtir: "Bu bir tarihsel süreçtir, nasıl daha önceki küçük sanayi zorunlu olarak kendi gelişmesi aracılığıyla kendi yıkımının koşullarını yaratmışsa, şimdi de kapitalist üretim biçimi kendi kendini yıkacak nesnel koşulları yaratmaktadır." F. Engele, Anti-Dühring, Sol Yay., 2. baskı, s. 145.

[9] Burada, felsefenin tanımı veya konusundan çok, felsefi önermelerinin bilimselliği sorunu ile karşılaşılır. Felsefi çıkarsama ya da önerme ile ilgili olarak Plato, diyalektiği en temel yöntem olarak görür. Spinoza, yöntemini, Euclid Geometrisi ile olduğu gibi görür: ilk olarak aksiyomatik çıkarsamalar ile işe başlar; bu nedenle, en büyük eseri Ethic alt başlığını geometrik bir yaklaşım olarak verir. Descartes'de önerme, içseldir; Düşünüyorum, o halde varım deyişinde Descartes'ın, Var olmak önermesi Düşünüyorum içinde yer alır. Rasyonalistler, çalışmalarının ilk aşamasında dolaylı kanıtlama reductio ad obsurdum yöntemi kullanırlar; önermelerinin olumsuzu içindeki çelişkileri sergilerler. Ted Honderic, The Oxford Companion to Phylosophy, Oxford, New York, S. 661. Marx'ın yönteminin tarihsel temele oturtulmuş diyalektik materyalizm olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Onun yönteminin kendinden önceki filozoflardan zaman boyutu içeriyor olması ile ayrılır (=tarihsel materyalizm). Zaman boyutu, tek başına soyut olarak değil, ama tüm insanlık tarihini kucaklaması ile soyut, elle tutulur bir biçim almıştır.

[10] Marx, Kapital üzerine yaptığı çalışmalar sırasında çalışmasının giderek çok daha kapsamlı hal alması üzerine, başlangıcında düşündüğü planı değiştirecek, Kapital'in ilk üç cildini, 1. Sermayenin Üretim süreci, 2. Sermayenin Dolaşım Süreci ve 3. Her İkisinin Bir Arada Ele Alınması olarak düşünecek, ama Kapital'in her üç cildi üzerinde yaptığı çalışmalara paralel olarak kapitalist politik ekonominin ideolojik sorunlarını Artı Değer Teorileri alt başlığı ile Kapital'in Dördüncü Cildi olarak düşündüğü ayrı bir çalışma içinde toplayacaktır. Kapital'in her üç cildi için tarihi temel oluşturması açısından dördüncü cilt ayrı bir önem taşır. Burada Marx, "tarih" boyutunu ele almakta, ama bunu esas olarak "sermaye" tarihi olarak algılamakta ve çalışmalarını Fizyokratlardan başlatmakta, daha sonra da A. Smith ile devam etmektedir. Ama Marx'ın söylediklerinden anlaşıldığı kadarıyla bu hala daha sosyalist topluma özgü bir değer yasası ile ilgili olmayacaktı. Kapital'in 4. cildi ile ilgili tasarılarını şu biçimde aktarıyordu: "Maliyet fiyatına eklenen kâr, metanın aynı üretim kolu bünyesinde değer oluşumu sınırları içinde değil, ama tümüyle dış etkilerle belirlenir. Bu iç ilişkisinin ilk kez burada açığa vurulması, bu zamana kadar ekonomi politiğin, bunu izleyen Dördüncü Kitapta göreceğimiz gibi, değerin kendisini belirlemesi için artı değer ve kâr oranlarının soyutlanması gerekir."

[11] Değer kuramı bağlamında Marx'ın unutkanlığı, eksikliği ya da yanlışlıkları üzerinde özlü (!) aktarmalar yapılır: "Marx, bir taraftan değerin belirlenmesiyle, öte yandan talep ve kullanım değerleri arasında bir set çekiyordu. Değerin a prori tanımlamasıyla, bu tanımın öğelerini oluşturan zorunluluk ve toplumsal yarar arasında bir çelişki vardır." A.g.e., s 57. Yine aynı yerde şu yorum getirilir: "Değerlerin dönüşümü, Marx'ın girdileri dönüştürmeyi unutup unutmadığı ile bağlantılı olarak tartışılır.", a.g.e., s. 63.

[12] "1919-20 yıllarında yapılan tartışmalara katılanların birçoğu, emek zamanına göre değerlendirmenin önemine deyinir. Oysa emek zamanı aslında gösterilen çabayı ölçer; harcanan çabanın sonucunu – etkinliğini- gözden kaçırır", a.g.e., s. 56.

[13] "Aynı emek niceliğinin, basit emeğe ne kadar indirgenmiş ve ne kadar dönüştürülmüş olursa olsun, farklı niceliklerde kullanım değeri üretebileceği çok açık bir olgudur". a.g.e., s. 58.

[14] Marx bir yerde şunları söyler: "İlk bakışta meta, sıradan ve kolayca anlaşılabilir bir şeydir; kullanım değeri olduğu sürece, ister insan emeği olsun, ister insan gereksinimini karşılasın, bunda gizemli bir yan yoktur. Ne var ki, meta alanına adımını atar atmaz, tümüyle bir başka şey olur ve artık o dış görünüşünün ötesinde anlam kazanır; yerinde duramaz hale gelir ve çok daha çarpıcı, parlak fikirler saçmaya başlar. Çünkü her şeyden önce, her ne kadar emeğin yararlı türleri ya da üretken eylemi sonucunda ortaya çıkıyor olsa da, kazandığı çeşitli işlevlerin her biri, aynı zamanda insan beyninin, sinirlerinin ve kaslarının harcanmasıdır. Onu gizemli yapan, insan emeğinin tümüyle ona katılmasıdır." K. Marx, Kapital, I. Cilt, Metaların Fetişizmi Üzerine, sayfa 92.

[15] Marx için ne zaman değer yasasına dayalı fiyat kavramı oluşturulmaya kalkışıldığında, o zaman işin içinde çıkamadığı ileri sürülür. Burada Marx'ın değer yasası üzerinde çalıştığı, ama bu çalışmaların uygulamada pek yarar sağlamadığı düşünülür.

[16] Marx, bir yerde kapitalistin amacını şu biçimde açıklar: "Kapitalist üretimin belirleyici amacı kullanım değeri değil, değişim değeri üretmektir. Başlangıç ve bitiş noktaları gerçek para olan dolaşım biçimi, kapitalist üretimin zorunlu amacını da apaçık gösterir: para kazanmak. Üretim süreci, sırf kaçınılmaz bir ara halka, para kazanma uğruna katlanılan zorunlu bir bela gibi ortaya çıkar. Kapitalist üretim tarzı içinde insanlar zaman zaman üretim sürecini işe karıştırmaksızın para kazanmak için hummalı bir çabanın girdabına kapılırlar."

[17] Bu bağlamda, çok sonra ele alınacak bir konuda değinme yapmak gerekiyor: Metalar değişim sürecine ne ise öyle girer. Değişim süreci, bunları meta ve para olarak farklılaştırır; aynı zamanda hem kullanım değeri, hem de değer olmalarından ileri gelen iç karşıtlığa uygun düşen bir dış karşıtlık yaratılmış olur. Ama bu dönüşüm, sanıldığı gibi kolay olmaz; bunun gerçekleşmesi için onun bir kullanım değeri içeriyor olması yetmez. Burada bir başka sorunla karşılaşılır: Kullanım değerinin parasal karşılığı bilinmelidir. Buna ilk yanıt, bu karşılığın o malın değerinin büyüklüğü ile bulunabilmesi olacaktır. Ne var ki, bu değerin var olması, yani onun üretimine bir toplumsal emek katılmış olması yetmez. Bunun pazarda kanıtlanması gerekir. Her ne kadar fiyat, metada gerçekleşen toplumsal emek niceliğinin parasal adı ise, o metanın üretiminde varsayılan toplumsal emek süresi, aradan geçen zaman içinde değişmiş olabilir. Üretim teknolojisi değişebilir, ya da bunun tersi de olabilir; malın içindeki toplumsal emek katkısı, düşünüldüğünden daha fazla olabilir. Bu nedenle, metanın dönüşümü, başkalaşımı heyecan verici bir olaydır. Görülüyor ki, "metalar paraya âşıktır; ana aşkın yolu dikenlerle kaplıdır".

[18] Marx'a bu çerçevede yer alan eleştiriyi yöneltenler, kendi anlayışları doğrultusunda bir sosyalist toplumda sosyalist planlamacılar için esas oluşturacak biçimde, kullanım değeri için bir ölçüt arayışı içine girer. Marx'a göre, yeniden üretim sürecine kullanım değeri olarak giren metalar bir farklılaşma sürecine girer. Bu süreç sonrasında yeni kullanım değeri ortaya çıkar. Ama bu kullanım değerinin var olup olmadığı bilinmez, bunun sınandığı yer pazardır.

[19] Metaların takas biçimi ile değişimi, önce ilkel toplulukların sınırlarında, benzer öteki topluluklar ile ilişki noktalarında, ya da başka toplulukların bireyleri ile ilişki içinde başlar. Ne var ki, ürünler bir topluluğun dış ilişkileri ile bir defa meta durumuna geldiğinde, bu oluşum kendini toplum içinde de sürdürür hale gelir. Bunlar arasındaki değişim oranı, başlangıçta oldukça rastlantısal nitelik taşır. Bunları birbirleri ile değişebilir yapan, onları ellerinde bulunduranların değişim konusundaki istekleridir. Bu arada, yararlı yabancı nesne gereksinmesi giderek yaygınlık gösterir. Değişimin biteviye yinelenmesi, bunu olağan toplumsal edim durumuna sokar. Bu nedenle, zamanla emek ürünlerinin hiç değilse bir kısmı özel bir değişim amacıyla üretilmek durumunda olur.

[20] Marks, burada birçok burjuva iktisatçısının değer konusu üzerinde uzun süre çalıştıktan sonra işin içinden çıkamadıklarını itiraf ettiklerini aktarır. Mark, onların bu beceriksizliğini, burjuva anlayışının etkisinde kalarak, sürekli nicelik sorunu üzerine eğilmelerine bağlar.

[21] Bilindiği gibi, işgücü ile emek birbiri ile çok yakın ilişkili olmalarına karşın, birbirinden tümüyle farklı iki kavramdır. Marks’ın buradaki tanımlaması, bu açıdan biraz kapalıdır. İnsan işgücü ya da insan emeği değer yaratır tanımlaması kuşkusuz doğrudur, ama bu tür özdeşlik, sanki bu ikisinin birbirlerine denk özdeş kavramlarmış gibi değerlendirilmesine yol açabilir. Oysa işgücü bir meta ile, emek bir değer ifade etmez ve dolaysı ile meta olamaz. İşçiler, ancak meta niteliğinde olan işgücünü pazarlayabilirler. Kapitalistin ücret karşılığında satın aldığı da işgücüdür, emek değil. Emek, bir iş görme yetisi, insanın yararlı eylemi sonucu ortaya çıkan ve değer yaratan bir öğedir. Kapitalist işçiye işgücü karşılığında bir ücret öder. Kapitalistin ücret karşılığında işgücünün yarattığı emeğe el koyar, emeğin yarattığı değerlerin tümüne sahip olur.

[22] Görüldüğü gibi, değer ve değişim kavramları, tümüyle piyasa ilişkilerinden bağımsız olarak tanımlanabilmektedir. Bu da Marksist değer yasasının evrensel niteliğinin en belirgin kanıtlarından birini oluşturur.

[23] Marks’ın sık sık değer kavramı ile kullanım değeri kavramını özdeşleştirme eğiliminde olduğuna deyinmek gerekiyor. Kuşkusuz, bu değerin evrensel niteliği ile uyumlu bir tutumdur.

[24] Bir adam yalnızca başka insanlar ona göre uyruk durumunda olduğu için kraldır. Onun uyrukları ise, tersine, o kral olduğu için kendilerini uyruk olarak görürler.

[25] Eşdeğer biçimin bu karışık özelliği, bu biçim tümüyle gelişip para biçiminde ortaya çıkana kadar burjuva ekonomi politikçilerin gözünden kaçmıştır. Bundan sonra da, altın ve gümüşün gizemli niteliğini, bunların yerine daha az göz kamaştıran metaları koyarak ve şu ya da bu zamanda, eşdeğer konumda olmuş her türlü metayı tam bir gönül rahatlığı ile sahip görerek açıklamaya çalışırlar. Ama 20 yarda keten bezi = 1 ceket gibi çok yalın bir değer anlatımının, eşdeğer bilmecesinin çözümünü kendi içinde taşıdığını akıllarının ucuna getirmezler.