BÖLÜM I

Değer Yasasına Yönelik Eleştiriler

I.
K. Marx, kapitalist üretim biçiminin tanımlanmasına yönelik yaptığı çalışmaları ömrünün yettiği ölçüde, önceden düşündüğü ve planladığı gibi başlattı ve tamamladı. Öyle olmasına karşın, birçoklarının yanı sıra, salt kapitalist üretim biçimini inceleme ile sınırlı kalması nedeniyle kıyasıya eleştirildi. İncelemelerinin, bu geçici dönemle ilgisi olmasının onun evrensel olmasını engellediği söylendi. Özellikle de, kapitalist toplum sonrası sosyalist dönemle ilgili olarak gerek ekonomik kategoriler, gerekse kuramsal düzeyde bir çalışma yapmadığı, yada yapamadığı, bu nedenle de kendinden sonra K. Marxist düşünce biçiminde büyük bir boşluk olduğu, vb. suçlamalar yapıldı.

Bu eleştirilere ileride yer alan bölümlerde yeri geldiğinde değinilecek. Şimdi, K. Marx’ın olgunluk döneminde, onun tüm zamanını kapsayan bu çalışmasının en azından bir bütün olduğunu düşünmek gerek. Onun ortaya atılan yeni düşünce sistematiği için zorunlu gördüğü bu bütünsellik arayışı, ona başkaca bir çıkış yolu bırakmıyordu. K. Marx, Kapital’in birinci cildini bitirdiği tarihte çalışmanın tümü için düşündüğü çerçeve içinde kalarak çalışmalarını yürüttü. Ama bu çerçeveyi tamamlamaya ömrü yetmedi. Belki bir anlamda bu çalışmasını bitirebilmiş olsaydı, bugün hazır şablon bırakmadığı için eleştirilen K. Marx bu sefer hazır şablon sağlamak ile suçlanacaktı.

Bu tür eleştirilerin dürüst ve içten olmadığı, salt karalama amacı taşıdığı açık. Çok çeşitli yöntemlerle yürütülen bu eleştirilerin ilginç bir özelliğine değinmek gerek. Tümü, K. Marx’ın bir bütün olarak kapitalist üretim biçimini anlatmada temel aldığı değer yasasında odaklanıyor. Değer yasası, salt kapitalist biçimi ile değil, ama genel olarak tüm üretim biçimleri için temel olan bir olgu. Ekonomi politiğin temel öğretisi bu. Yanlış anlaşılmasın, kapitalist üretim biçiminin eleştirisi değil. Ekonomi politik, bize insan ve insan toplumlarının varlığının temel ögesinin bir değer yaratmaya yönelik üretim olduğunu, emeğin ise bütün zenginliklerin kaynağı[1] ve bütün değerlerin ölçüsü olduğunu öğretmektedir.

K. Marxist ekonomik öğretisinin temelinde değer yasası yer almaktadır. Değer yasası, bu anlamda temel ve evrenseldir. Tarihsel gelişim içinde insan toplumlarının temel uğraşı, üretim olduğu kadar, paylaşımdır da. Değer yasası, her iki düzeyde de belirleyicidir. Üretim, bir değer üretmelidir. Buna değinilecek. Bu bir kullanım değeridir. Paylaşım da üretime katılan çeşitli kesimlerin değer yaratma sürecinde nasıl yer almaları ile belirlenmektedir. Ürün, artık farklı bir değer niteliğine bürünür, paylaşımın gerçekleştirildiği düzeyde bir değişim değeri olarak karşımıza çıkar.

Toplumların yaşamı, temel gereksinimlerin karşılanmasına yönelik nesnel hayatın üretilmesi ekseninde yürütülür. Üretim, en somut biçimiyle kullanım değeri üretimidir. Değer ve kullanım değeri; bu iki kavram, nesnel, somut olgulardır, bir başka deyişle, bu kavramlar, insan hayatının gündelik gereksinimleridir.Marxist değer kuramına yönelik “akademik” eleştirilere verilecek an tutarlı yanıt, bu kuramın bir kez daha gözden geçirilmesi olacaktı. Yukarıda da söylenmiş olduğu gibi, K. Marx, Kapital için yaptığı çalışmalar arasında değer kuramına özel bir önem vermişti. Belki de bunun, insan topluluklarının temel uğraşısı olan maddi hayatın yeniden üretimini en iyi açıklayabilecek yol olduğunu çalışmalarının bir döneminde anlamıştı. Kapital çerçevesinde yaptığı çalışmalarını, son olarak bu kuram ile ilgili olanlarla tamamlamasına bakarak bu yargıya varmak olası.

Bu çalışma kapsamında, ister istemez tümüyle K. Marx’ın kendi görüşleri çerçevesinde kalarak ve onun görüşlerini olabildiğinde değiştirmeden değer kuramını bir kez daha gözden geçirme gerekiyor. Bu çalışmanın birinci bölümü bununla ilgili. Söylemeye gerek yok; burada söylenenlerin tümü K. Marx’ın değer yasası ile ilgili Kapital’in çeşitli bölümlerinde dağılmış olarak yar alan görüşlerinin birer özeti.

Böyle bir çalışmanın ne denli özgün olduğunu tartışmaya gerek yok. Bu bölüm içinde anlatılanlar tümüyle K. Marx’ın görüşleri. Sadece, ona üçüncü yolcular tarafından yöneltilen eleştirilerin tam olarak ne anlama geldiğini Marksist terminoloji ile anlamak için özetlendi. Burada, değer yasası içinde en yaygın bilinen ve tartışılan kavramların bir değerlendirilmesi yapılıyor ve bu eleştiriler bazında yeniden ele alınıyor. Kuşkusuz, bu eleştiriler ne ilk ve ne de son olacak. Belki en son kendilerine yeni yol araşıyı içinde olanların da eleştirilerini ciddiye almak pek doğru değil. Gerçekten de bu özetlemede, bu yolcuların eleştirilerine yanıt verme çok alt önceliğe sahip. Ama belki de bize bu görüşlerin özetlenmesi fırsatını sağladığı için onlara müteşekkir olmamız bile gerekebilir.

Öteden beri sosyalist Marxist değer yasasını ikide bir reddetme çabasının temelinde, pratik ve yararlı bir amaç yattığını belirtmek gerek. Bu kapitalist ekonominin bağlaz savunucularının ona alternatif olan ekonomik planlamaya karşı yöneltilen eleştirilerin temelinde de yatıyor. Sosyalist ekonomik uygulamalara yöneltilen eleştiriler şimdiye kadar hemen hemen tümüyle sosyalist ekonominin alternatif olduğu düşünülerek ve kapitalist mantığa bağlı olarak yöneltildi. Bu nedenle daha en başta bu eleştirilerin pek de anlamlı olmaması söz konusu. Bir kere, kapitalist ve sosyalist ekonomilerin eşzamanlı ortaya çıkmasına karşın, biri ötekini önceliyor nitelikteler. Her iki ekonomit tarz, bu açıdan çok farkıl işleyiş biçimine sahip olmaları bir yana, var oluş biçimleri de farklı. Her iki ekonominin başarı, başarızlığı, vs. için ölçüt birbirinden tamamiyle farklı. Biri zenginleşmeyi öngörüyor. Diğeri, varsıl olsun, yoksul olsun, her türden toplum için temel gereksinimlerin herkes için eşit düzeyde karşılanmasını amaçlıyor. Zira yoksul olanlar kadar, varsıl olan toplumlarda insanca yaşam için asgari geçim düzeyinin gerekli beslenme, barınma, vs. sorunlar alabildiğine gözleniyor. Hatta kimi bayağı varsıl toplumlarda en alttakilerin sorunları hiç düzelmeyecekmiş gibi, umutsuz vaka olarak sürgit devam ediyor.

Öte yandan sosyalist ekonominin bir uygulama aracı ve onu yürürlüğe koymak için bir yöntemi olan ekonomik planlama hedef alınıyor. Oysa hedef alınması gerekin sosyalist ekonomi olmalı, yoksa onun sadece bir aracı niteliğindeki ekonomik planlama değil. Bir başka deyişle, kapitalist piyasa mekanizması ile ekonomik planlama tekniğini karşılaştırmak yanıltıcı oluyor. Gerçekte, kapitalist piyasa mekanizması, kapitalist ekonominin her şeyi. Ama ekonomik plan öyle değil. Şu bakımdan değil: Kapitalist piyasa mekanizması, kendiliğinden oluşan bir durum. Neyin ne zaman ve neden oluşacağına ilişkin belli yaklaşımlar dışında piyasa ilişkilerinin ne olacağını bilen yok. Oysa planlama için böyle bir durum söz konusu değil. Her şey geliştirilen üretim denge tabloları içinde görülebilir: Üretim miktarı, fiyatlar, vs. Burada piyasa ekonomisinin aksine, belirsiz olan hiçbir şey yok.

Bir kıyaslama yapılacaksa, kapitalist ekonomi ile sosyalist ekonomiye ait ama birbirine eşdeğer olan mekanizmaların işleyişi karşılaştırılmalı. Böyle olduğunda da, bu kıyaslamanın yapılmasının gerçekten zor olduğu ortaya çıkacaktır. Zira, her iki sistemin işleyiş mantığı ile bu işleyiş içinde yer alan mekanizmalara özgü sorunları birbirinden ayırmak zordur. Öneğin, kapitalist işleyişte, piyasanın bir mekanizma mı, yoksa kapitalist ekonomik işleyişinin tüm kurallarını belirleyen, kısaca kapitalist ekonominin her şeyi olan bir olgu mu olduğunu tespit etmek gerekir bunun söylemek pey de kolay değildir. Öte yandan, sosyalist ekonomik uygulama ile bağlantılı olarak sorunların bir çoklarının temelde onun özü ile değil, ama doğrudan ekonomik planlama aracı ile kaynaklı oluğu anlaşılmaktadır. Buna en iyi örnek, planlamanın tümüyle tekniği ile ilgili bağlantılı ölçek sorunundan kaynaklanmaktadır. Tüm ekonominin sağlıklı bir biçimde planlanması düşünüldüğünde, çok grift ve içinden çıkılmaz bir hesaplama sorunu ile karşılaşılmaktadır, bu nedenle planlama tekniğinde belirli kısayolların bulunması ve uygulanması gerekmektedir. Ama bunun günümüz matematik modeller ve modern bilgisayar teknikleri ile artık sorun olmaktan çıktığı söylenmektedir, vs. vs.

Öte yandan, ekonomik planlamanın sosyalist ekonomiye özgü bir uygulama olduğunu söylemek de pek mümkün değildir. İlke olarak ekonomide hiçbir denetimin kabul görmediği kapitalist ekonomilerde ekonomik planlama anlayışının hiç de yabana atılmayacak uygulamalarına tanık olunmaktadır. 2. paylaşım savaşı sırasınad İlgiltere’de uygulanan savaş ekonomisi, merkezi hükümete böyle bir ekonomik planlamanın başarı ile yapılmasına olanak verecek koşulları sağlamıştı. Kuşkusuz, Türkiye dahil, bir çok kapitalist ülkede ekonomik planlama, esas olarak kamu sektörüne yönelik olarak yaygın bir uygulama alanı bulmaktadır. Bütün bunlar, planlama kavramının ne denli yaygınlık kazandığına işarettir. Merkezi karar mekanizması ve denetimin söz konusu olduğu her koşulda ekonomik planlama gerçek olabilmektedir. Bunun için sosyalist ekonomik uygulamanın olması zorunlu olmamaktadır. Ne var ki, komple bir ekonominin planlaması, teknik güçlüklerin getirdiği sınırlamalar içinde sadece sosyalist ekonomilerde; daha açık bir deyişle, üretim araçlarının tek elde toplandığı ekonomilerde mümkün olabilmektedir.

Planlama ile ilgili karşılaşılan sorun salt belirtilen ölçek ile bağlantılı değildi. Yaşanılan Sovyet deneyiminde bir başka sorun vardı ve bu sorun planlama için olduğu kadar, aynı zamanda sosyalist ekonominin bizatihi kendisi ile ilgiliydi. Ama buna rağmen sorunun temelde değil, ama tümüyle teknik bir içeriğe sahip olduğunu söylemek mümkün.

Karşılaşılan sorun şuydu: Uygulamada ekonomik planlama, daha en başında sosyalist toplum için öngörülen ekonomik hedeflerle yola çıkar. Ne amaçlandığı en baştan ana hatları ile ortaya konmaktadır. Bu hedef belirlendiğinde, artık üretim hedefleri bellidir. Tipik uygulaması Sovyetler Birliği’nde görülen böyle bir amacın gerçekleştirilmesi için bundan sonra yapılacak şey üretim programları olacaktır. Kuşkusuz bu program içinde en başta kaynak sorunu yer almaktaydı. Yani üretim girdileri olarak tesis, hammadde ve işgücü. Bütün bunların parasal kaynakları da gerekiyordu. Bir başka deyişle, miktar bazında yapılan mal dengeleri, aynı zamanda parasal harcamalar biçiminde çatılan ve para birimi ile tanımlanan dengelerle bir kez daha oluşturulacaktır. Üretimin kaynağının belirlendiği finansman, kredi, nakit akışı ve bütçeleme gibi geleneksel muhasebe kavramların kullanıldığı parasal planlardır bunlar.

M. Dobb’un tanımladığı biçimiyle, o zaman sorun ile karşılaşılır: “Eğer, Sovyet ekonomisi, piyasaya bağlı olmaksızın, tek bir işletme gibi doğrudan doğruya üretim zincirlerini oluşturarak ve ekonominin çeşitli bölümlerinin davranışları arasında uyum sağlayabilir ve üretimi doğrudan yönlendirmede bu derece ileri gidebilirse, o zaman planlama için neden üst düzeyde finansman dengelemesine vardır?”

Ekonomik planlama adına yapılan bütün bu çabalar, bir anlamda kapitalist dönemden arta kalan etkilenmeler ve bir dereceye kadar piyasa ekonomisinin hala daha ortalıklarda bir yerde dolaşmakta ve etkili olmaya devam ettiği dünüşülmektedir. Gerçekte karşılaşılan onca sorun yanı sıra belki de bu etkilenme geleneksel ilişkilere bir koşullanmadan başka bir şey anlamını taşımıyordu.

Değer yasasına getirilen eleştirilerin dört elle sarıldığı husus da gerçekte budur. Daha önceden de planlama konusuna soğuk bakanların uygulama sonuçları ile ilgili ileri sürdükleri görüşlerde aynı sorun dile getirilmiş ve buradan kalkarak sosyalist planlama anlayışınında piyasa kategorilerinin kaçınılmaz olduğu ve bunları bir biçimde içerilmesi gerektiği ileri sürülmüştü. Bunlar, kapitalist ekonomi için gerekli olan ve kar temeline dayalı üretim anlayışının kapitalist ekonomi için olduğu kadar sosyalist ekonomi için de gerekli olduğunu söylemekteydiler. Ancak o dönemde dile getirilen ve kapitalist ilişkilerin yeniden canlandırılmasını hedef alan bu görüşler pek taraftar bulamadı. Planlı bir ekonomide, parasal önceliklerin temel alınması, atın önüne arabayı koymak anlamını taşırdı.

Ama, plan uygulamalarının ilk yıllarında ortaya atılan bu görüşler, temelde aynı anlayışla bugün de dile getiriliyor. Buna göre, her ne kadar K. Marx, değer kuramı çerçevesinde bir ürünün değerini onun bünyesine katılan toplumsal emek olduğunu ileri sürmekteyse de, güya somut uygulamada bunun böyle olmadığı ortaya çıkmıştı ve bunun sonucunda da bir anlamda üst düzeyde ekonominin planlı olduğu yanılgısı içine düşülürken, gerçek uygulamada yine piyasa kuralları geçerliliğini sürdürmüştü.

Tartışmaların odak noktalarından biri özetle budur. Bu nedenle, burada esas olarak sosyalist planlama uygulamasında ürünlerin değerinin belirlenmesi konusu üzerinde durulacaktır. Bu doğrultuda da, K. Marx’ın, kapitalist ekonomi içinde benzer bir biçimde geçerli olduğunu söylediği değer yasasının esas olarak iki yönü üzerinde durulmakta, fiyat oluşumunun arz ve talebe dayalı olarak belirlendiği yanılgısı açıklanmakta, daha sonra da değer ve fiyat ilişkisi ele alınmaktadır.

Soysalist ekonomilerde parasal fiyatlandırma olgusu, gerçekte piyasa fiyatı anlamını taşımadığı açıktır. Sovyetlerde uygulandığı biçimiyle fiyatlama, kapitalist ekonomilerde olduğu gibi belirli ekonomik sektörler bazında ortalama kara bağlı olarak belirlenme yerine bundan tümüyle farklı olarak salt muhasebeleştirme tekniğinde bir tanımlama birimi olarak kullanılan bir yöntem olmaktan öte bir anlam taşımadığı bilinmektedir. Ne vak ki, bu konuda esas olarak teknolojik gelişmelere bağlı olanlar dahil çok çeşitli etkilerle farklılık gösteren ve genelde değerin bir yansıması olduğu halde salt gösterge olarak kullanılan ve esas olarak sabit tutulan fiyat uygulaması giderek Sovyet ekonomisi için başlı başına bir sorun haline gelmişti.

Ama bu ve bundan sonra ekonomik planlamayı ilgilendiren bütün bir sorunlar yumağı bu çalışmanın kapsamı dışında kalıyor. Sadece şu kadarını söylemek gerekir ki, Sovyet ekonomisinde Marksiz değer yasasının esas alınmasına karşın onun canlı bir mekanizma gibi sürekli veri koşullara göre değiştiği göz ardı edilmiş ve durağan tutulmuş, bu durum, giderek mal dengelerinin parasal dengelerle uyuşması zorunluluğu nedeniyle, bütün bir ekonomik planlamanın işleyişi üzerinde çok ciddi sorunlara neden olmuştur.

Son olarak, kuramsal olgular ile, bu kurama temellendirilen uygulamaların doğruluğu yada yanlışlığından kaynaklanan durumlar arasında bir ayrım yapılması gereği üzerinde durulmalıdır. Planlı ekonomilerin, çok çeşitli nedenlerle başarılı olamamaları, kuşkusuz bu tür uygulama için bir gösterge olarak alınmalıdır. Ama, ideolojik değerlendirmeler bir yana, salt yöntem olarak üretim güçlerinin ulaştığı günümüz koşullarında ne üretileceğinin önceden planlanmasının üretimin daha akılcı ve ülkenin ekonomik kaynakların ne denli daha etkin kullanılabileceğine ilişkin bilginin ortaya konması için, bu ayrımın yapılması gerekli görünüyor. İster piyasa anarşisi içinde, isterse merkezi planlı olsun, sonuçta üretim için son kararı verecek olanlar başkaları ve söz konusu bu teknikler sonuçta bir araç. Bu araçların etkinliği, uygulanabilirliği ve sonuç alınabilirliği, belli ölçüde onları uygulayanların öznel durumu ile ilişkili. Bu ayrı yapmadan uygulama tekniği üzerinde kesin ve sağlıklı bir yargıya varmak olası olmadığını bilmek gerekiyor.

II.
Bir değer içeren bir nesne, gerçekte aynı zamanda toplumsal olarak belirlenmiş bir emek ürünü içermektedir. Nesne bir emek içeriyor. Ama bu emek, bir değer yaratan, değer katan emek türü olmalı, öyle gelişigüzel emek değil. Yani toplumsal nitelikte bir emek olmalıdır.Toplumsal nitelikte demekle ne kastediliyor? K. Marx’ın buna verdiği yanıt, o nesnenin üretilmesi sırasında ona katılan emeğin, aynı zamanda bir kullanım değeri yaratacak özellikle olması şeklindedir. Bir kullanım değerine sahip olmayan bir nesne, içinde emek içeriyor olsa da, bir işe yaramaz.


İşte K. Marx’ın değer kuramında temel olan bu konuda eleştiriler başlıyor. Marxist değer yasanına göre, bir nesnenin içinde toplumsal olarak belirlenmiş bir emek yer aldığına göre, bunun aynı zamanda kıyaslanabilir olması gerekiyor. Kıyaslanabilir olmadığı için de, K. Marx’ın ağzından yapıldığı ileri sürülen önermeye göre, bu kavram, bizatihi kendisi tarafından önemsiz olarak değerlendiriliyor: “Benim görüşüme göre, K. Marx’ın kendisi, kullanım değerlerini birbirleriyle kıyaslanamayacak kadar önemsiz olarak değerlendirmekle ve her şey bir yana, değer ile kullanım değeri arasında yapay ve geçersiz bir ayrıma giderek, pek çok karışıklığa neden olmuştur”, diyor A. Nove.[2]

K. Marx’ın değer ile kullanım değeri arasında yapay bir ilişki kurmuş olduğu savı yanlış olduğu kadar aynı zamanda da bilgisizcedir. K. Marx’ın çalışmalarını yakından izleyenlerin bildikleri gibi, onun ekonomi politikte yaptığı, yeni kategoriler koymak değil, ama o zamana kadar var olanları yerli yerine oturmaktı. Aynı biçimde, insan gereksinimlerini karşılayan malların bu ikili özelliğini kendisi bulmuş değildir. Bu durum, onun Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adlı eserinde açıklıkla belirtilir. Bu konuda, Aristo’nun çalışmasından yaptığı aktarmaya burada yer vermek yararlı olacaktır: “Çünkü her mal, iki hizmeti yerine getirebilir. Birinci hizmet, olduğu gibi kendine özgüdür, ama başka bir eşyaya özgü değildir; nitekim bir çift sandal ayakkabı görevi yerine getirebilir, ama aynı zamanda o bir değişim konusudur. Her iki durumda da, söz konusu olan, sandalların kullanım değeridir, çünkü sandalları kendinde olmayan şeyle, örneğin yiyecekle değişen kimse de sandaldan yararlanmaktadır. Ama sandalın doğal kullanımı bu değildir. Çünkü sandallar değişmek için yapılmamıştır. Bütün öteki mallar için de durum aynıdır”.[3]

Kullanım ve değişim değeri olarak malların bu ikili niteliği, K. Marx’ın değer yasasının temelidir. K. Marx’a göre, kullanım değeri, neredeyse başlangıç noktası. Çok açık bir ilişki ile, kullanım değeri olan bir metanın bir değeri olabiliyor ve böylelikle değişim sırasında pazarda değer kazanabiliyor. Bu malların bünyesinde olmazsa olmaz niteliğinde bulunan, onunla bütünleşik bir kavram. Ayrıca, malların kıyaslamasına temel oluşturacak ölçüm, her ne biçimde olursa olsun, meta olarak üretilen bir malda var. Aynı malın bünyesinde bir başka kıyaslama, yada değerlendirme ölçütü olması anlamsız. Kaldı ki, kullanım değeri için kıyaslama önem taşımaz. Metaların oluşumu, birçok diğer etkenlerin yanı sıra, bu kullanım değerini de göz önüne alıyor

Sosyalist sistemin günümüzde yaşadığı olumsuz deneyleri fırsat bilenler, sosyalist düzende de bir değişim temeli olmasına gerektiğini ileri sürerek bunun eksikliği üzerinde durulmakta, K. Marx’ın bu konuda yetersiz olduğu, hatta daha da ileri gidilerek, bu çalışmayı yapmak için ömrünün yetmediğini bile söyleme cüretini gösterilmektedir. Oysa K. Marx, Kapital’in üçüncü cildini yazdığı sırada, bir dördüncü cilt üzerindeki tasarılarından söz etmektedir. Ama, K. Marx’ın söylediklerinden anlaşıldığı kadarıyla bu, hiç de sosyalist toplum içindeki değer yasası üzerine olmayacaktır. Bu konudaki tasarılarını, Üretim Fiyatları ile ilgili açıklamaları içinde, şöyle aktarıyor: “Maliyet fiyatına eklenen kar, metanın aynı üretim kolu bünyesinde değer oluşumu sınırları içinde değil, ama tümüyle dış etkilerle belirlenir. Bu iç ilişkinin ilk kez burada açığa vurulması, bu zamana kadar ekonomi politiğin, bunu izleyen Dördüncü Kitapta göreceğimiz gibi, değerin kendisini belirlemesi için artı değer ve kar oranlarından soyutlaması gerekir.” K. Marx’ın bu kitapta yapmayı tasarladığı, bu üç kavram arasında daha soyut bir düzeyde ilişki kurarak, görünürde etkisiz olan unsurları ayıklayarak daha soyut, bu ölçüde de daha evrensel bir değer kuramına varmaktı. Bu belki, değer kavramını daha evrensel boyutlara taşır, onun sosyalist topluma daha kolaylıkla uygulanabilecek duruma getirmiş olurdu, kim bilir?

Kafaların karıştırılması amacıyla ortaya atılan ve esas olarak Marksizmi karalamaya yönelik görüşlerin çoğu, Markist değer kuramı çerçevesinde odaklaşıyor. “K. Marx, bir taraftan değerin belirlenmesiyle, öte yandan talep ve kullanım değerleri arasına bir set çekiyordu. Değerin a priori tanımlamasıyla, bu tanımın öğelerini oluşturan zorunluluk ve toplumsal yarar arasında bir çelişki vardır.”[4] “Değerlerin dönüşümü, K. Marx’ın girdileri dönüştürmeyi unutup unutmadığı ile bağlantılı olarak tartışılır.”[5] . “K. Marxist fundementalistler, bugün sosyalizmde değer yasası üstüne resmi formülasyonların, K. Marx’ın konuyla ilgili açıklamalarına uymadığını göstermekte sıkıntı çekmezler”.[6]

Değer kuramının hedef seçilmesinde belki en önde gelen nedenlerden biri de, K. Marx’ın Kapital’i yazarken kullandığı soyutlama yönteminin belirgin olarak kendini değer kuramının açıklanmasında göstermesinden kaynaklanıyor olabilir. Buradaki soyutlama düzeyi, gerçekten de tüm insan topluluklarının tarihsel var oluşunu belirleyen bu kavramın önemine denk düşecek biçimde temelli ve aynı zamanda da çok kapsamlıdır.

Bu konuda ilgili açıklamaları bitirmeden, eksik kalan bir iki konuyu açıklamak gerekiyor. Bir şey değeri olmaksızın da bir kullanım değeri olabilir. Bu, o şeyin insana yararlılığı emeğe bağlı olmadığı zaman söz konusudur. Hava, işlenmemiş toprak, doğal çayırlar ve otlaklar böyledir. Bir şey, meta olmadan da yararlı ve insan emeği ürünü olabilir. Gereksinimlerini kendi emeğinin ürünü ile doğrudan doğruya karşılayan biri, gerçekte, kullanım değeri yaratır, ama meta yaratmamıştır. Metanın yaratılabilmesi için o kimsenin yalnızca kullanım değerleri değil, ama başkaları için kullanım değerleri, toplumsal kullanım değerleri üretmesi gerekir. Son olarak, eğer bir şey yararsız ise, onda bulunan emek de yararsızdır, bu emek, emek sayılmaz ve bu yüzden değer yaratmaz.

Bu konuda getirilen eleştirilerden biri, emeğin farklı kullanım değeri üretmesi olasılığı olması şeklindedir. “Aynı emek niceliğinin, basit emeği ne kadar indirgenmiş ve ne kadar dönüştürülmüş olursa olsun, farklı niceliklerde kullanım değeri üretebileceği çok açık bir olgudur.”[7] Oysa, kullanım değerini yaratan emeğin niceliği değil, onun niteliği, türü, biçimidir. Diyelim ki bir fırın işçisi, ne kadar fazla çalışırsa çalışsın, aynı nitelikteki emeği ile birbirine hemen hemen tümü ile benzer özellikte kullanım değeri olan ekmek yaratır. Kuşkusuz, bu fırın işçisi yetenekli olabilir ve ekmek işinin hemen ardından, aynı yerde ve birbirini izleyen çabası sonucunda farklı bir kullanım değeri olarak simit de yapabilir. Ama artık harcadığı emeğin niteliği değişmiştir. Onu üretirken harcadığı kafa ve kol emeği, ekmek üretirken harcanan emeğe benzese bile, artık tümü ile farklı bir emek türü tanımlaması içinde yer alır. İkinci olarak, kullanım değeri, niteliksel bir değeri tanımlar, niceliksel değil. Bu kesinlikle farklı bir durumu anlatır. Nasıl ve ne sorusuna verilecek yanıtlar, bir birim, büyüklük, sayı, vb. kullanımını içerecek bir yanıt gerektirmez. Kullanım değeri bir kavramdır, bir özelliktir. Bu niteliksel durum, sayılamaz. Böyle olduğu için de ölçülemez. Ölçülemeyeceği için de bir değişim değeri içinde karşılığı bir fiyata denk gelen bir değerlendirme konusu olamaz.

K. Marx’ın kullanım değerine verdiği önemi adım başı yaptığı çalışmalarda gözlemek olası. Öyle ki, K. Marx kullanım değerini tümüyle alıyor, onu değer kuramının en başköşesine koyuyor ve ondan sonra da geçiyor değerin ne denli nesnel de olsa, gelip geçici olması kaçınılmaz olan Kapitalist düzen içindeki biçimini ele alıyor. Evet, K. Marx’ın kullanım değerine ayırdığı bu başköşeyi, şu satırlardan izlemek gerek: “Toplumsal gereksinme, yani toplumsal ölçekte kullanım değeri, üretimin çeşitli özgül alanlarında harcanan toplam toplumsal emek zamanı büyüklüğü için belirleyici öğe olarak görünür. Ama bu, yalnızca, önceden tek tek metalara uygulanmış olan yasanın aynısıdır, diğer bir deyişle, bir metanın kullanım değeri, onun değişim değerinin ve dolayısıyla değerinin temelidir”.

K. Marx’ın değer konusunda gereksiz bir ayrım yaptığı, böylelikle kafaları karıştırdığı, onu izleyen yandaşlarının sosyalist topluma özgü bir değer yasası bütünü geliştiremedikleri için zor durumda kaldığı vb. gibi yakıştırmalar, ne yazık ki K. Marx’ı hiç anlamamış olmakla eş anlamlıdır. Öylesine ki, K. Marx’ın bu konuda adım başı yaptığı değinmelere karşın kullanım değerinin yine de herhangi bir ekonomik belirleme ile ilgisiz olduğunu, kullanım değerinin başlı başına ele alındığı zaman onun ekonomi politiğin ilgi alanına girmemiş olduğunu bilmemek demek, gerçekten onu anlamamak demektir. Kullanım değeri, değerin maddi temelini oluşturmaktadır. Değerin üzerinde yükseldiği bir temeldir. Böyle olduğu için de, kullanım değerinin tüm fiziksel özellikleri, onun yaratılması için harcanan emekten tutun, onun ortaya çıkışından sonra dolaşımı ile ilgili tüm sorunlarının onun değeri, bir başka deyişle, Kapitalist ilişki içindeki değişim değerini bütünüyle etkilemektedir. Ancak ne var ki, bütün bu koşullanmalara karşın, kullanım değeri, ekonomik bir kavram, olgu değildir. Onun ekonomik olgu oluşunun biçimi ise, değişim değeridir.

Durum böyle olunca, artık onun ekonomik yasalar ve kurallar çerçevesinde ölçülebilmesine, bu ölçü ile değerlendirilebilmesine, bu değerlenme biçimi ile bir ilişki yada bir varlık olarak ekonomik hayatta yer alabilmesine olanak yoktur. Kullanım değerinin ölçülebilmesinin sorgulanması da o anlamda tutarsızlık, iki yüzlülük ve karalama anlamını taşır. Üçüncü yolcular, K. Marxist değer kuramının kullanım değerinin üzerinde bu kadar ayrıntılı durmasından olsa gerek, bunun uygulamada da bir karşıtı olması gerektiği düşüncesinden kalkıyorlar ve “peki, o zaman sosyalist planlamacılar için bunun toplumsal bakımdan yararlı etkisi, yani kullanım değerini ölçü birimi ne ola ki?” mantığını yürütüyorlar. Kullanım değerinin ölçülmesinde değişim değeri için ölçü olarak gördükleri para dışında bir değer ölçüsü arama düşüncesi ile sorgulama yaparak örneğin bir ayakkabının, bir geminin yada bir lahananın kullanım değerini ölçmek için birim arıyorlar. Değer kuramından başlayarak anlaşılmaz bir acelecilikle böylesine bir ölçü arayışları içine girmeleri, bu ölçünün nasıl uygulanacağı, bu uygulamada aksaklıklar çıktığında bunların nasıl çözümleneceği gibi faydacı yaklaşım sergilemekten öteye gidememeleri, gerçeği görmelerine, bu kurama sağlıklı bir biçimde bakmalarına engel oluşturuyor. Kullanım değerinin ölçülmesi için temel arayanlar, onun değişim değeri yanı sıra ölçülebilecek bir değer olduğu yanlışlığını yapıyorlar. Oysa, durum tümüyle bundan farklıdır.

Kullanım değeri ile değişim değeri, birbirlerine karşıt iki olgudur. İlk başta metalar, üretildikleri anda kullanım değeri içerirler. Ancak, metaların değişim sürecine girdiklerinde, kullanım değeri, şimdi para karşısında değişim değeri olarak yer alır. Bu bir farklılaşmadır. Kuşkusuz, bu farklılaşma süreci, oldukça karmaşıktır, ancak değişim sürecine her iki değer biçimi aynı düzeyde girmez. Dolayısıyla, her ikisi ayrı ayrı ölçülemez.

Malların kullanım değerinin onların toplumsal nesnelliğini oluşturduğunu çalışmalarının en başında belirlemiş ve bunun herkesin açık olarak anlayacağı bir biçimde yazmıştır. Şimdi, K. Marxizm dışında kendine yeni yollar arayışı içinde olanların inatla anlamak istemedikleri bu konura K. Marx’ın yazdıklarına bakalım:

Servetin toplumsal biçimi ne olursa olsun, kullanma değeri, onun her zaman içeriğini oluşturur, ve bu içerik, her şeyden önce, toplumsal biçime karşı ilgisizdir.

Buğdayın tadı, onu Rus serfinin, Fransız küçük köylüsünün ya da İngiliz Kapitalistinin yetiştirmiş olmasından anlaşılmaz. Toplumsal gereksinmelerin konusu, bu bakımdan da toplumsal bütüne bağlı olmakla birlikte, kullanım değeri, üretimin toplumsal ilişkilerini anlatmaz. Örneğin, kullanım değerini anlatan meta olarak bir elması ele alalım. Elmasa bakmakla onun bir meta olduğu anlaşılmaz. Yosmanın boynunda ya da camcının elinde estetik ya da teknik gereksinmeleri karşılamak üzere kullanım değeri olarak kullanıldığında, o elmastır, meta değildir.

Öyle görünüyor ki, metanın kullanım değeri olması zorunlu bir koşuldur, ama kullanım değerinin meta olması gerekli değildir. Kullanım değeri, herhangi bir kesin ekonomik belirleme ile ilgisiz bulunduğu zaman, bir başka tanımlama ile, kullanım değeri ancak kullanım değeri olarak ele alındığı zaman, ekonomi politik alanına girmez. Kullanım değeri, ancak kendisi kesin bir ekonomik belirleme oluşturduğu zamandır ki, ekonomi politik alanına girer. O zaman kullanım değeri, belirli bir iktisadi ilişkinin, değişim değerinin doğrudan doğruya ortaya çıktığı bir nesnel temel oluşturur.

K. Marx’ın değer yasanına getirdiği boyut, onun diyalektik bir biçimde yorumlanmasını gerekli kılmaktadır. Bu diyalektiği yakalayamayanlar da, değer olgusunun bu ikili niteliğine bakarak, onun hiç de gerekli olmayan bir ayrım getirmiş olduğunu, bu nedenle de kafalarda bir karışıklık yaratıldığını söyleyebilmekteler.

Değer yasasının diyalektik anlamda yorumlanışı ve çözümlenişi, boşuna değildir. K. Marx, temelde bir doğa bilimci değil, ama daha çok bir toplum bilimciydi. Toplum biliminde varlıklar olduğu kadar, bu varlıkların aralarında ve bunların üzerinde yükselen üstyapıdaki ilişkilerin de önemi vardı. Varlıkları anlamanın yolunun, onlar arasında ve onlar üzerinde toplumsal temelde kurulan ilişkileri anlamaktan geçtiğinin farkındaydı. Onun yönteminin özü buydu gerçekte.

Benzer yöntemi K. Marx, değer konusunda yaptığı incelemelere de uyguladı. Değer olgusunu salt somut olarak değil, ancak toplumsal ilişkileri yansıtan soyut yönüyle de ele aldı. Şimdi bunu nasıl yapmış olduğuna daha yakından bakalım.

K. Marx’a göre, meta, kullanım değeridir, kumaştır, elmastır, makinedir, vb, ama aynı zamanda, meta olarak kullanım değeri değildir. Eğer meta, sahibi için kullanım değeri olsaydı, yani kendi öz gereksinimlerini doğrudan doğruya tatmin edecek araç olsaydı, meta olmazdı. Meta, onun için daha çok kullanım değerinin yokluğudur, yalnızca değişim değerinin aktif desteği olarak kullanım değeri, değişim aracı olur. Sahibinin elinde meta, ancak değişim değeri olarak kullanım değeridir. Demek ki, metanın ilk önce kullanım değeri olması, başkaları için kullanım değeri olması gerekir Kendi sahibi için kullanım değeri olmadığına göre, başka bir metanın sahibi için kullanım değeridir. Böyle olmasaydı, sahibinin emeği, yararsız emek olurdu. Ve bu emeğin sonucu da meta olmazdı. Öte yandan, bunun kendisi için kullanım değeri olması gerekir, çünkü bu, kendi geçim araçları içinde bulunan metanın dışında, başkalarının elindeki metaların kullanım değeri içindedir. Meta, kullanım değeri olmak için, kendisinin karşıladığı özel gereksinmeyle karşılaşmalıdır. Demek ki, metaların kullanım değerleri, evrensel olarak elden ele geçerek, değişim değerleri oldukları ellerden, kullanım konusu oldukları ellere geçerek, kullanım değerleri olurlar.

K. Marx’ın tek tek emek üretiminin ne denli toplumsal bir ilişki içinde ele alınması gerekliliğinin çok somut olarak şu şekilde göstermektedir: Eğer tek olarak ele alınan meta, kullanım değeri bakımından, başlangıçta bağımsız bir nesne gibi görünüyorduysa, değişim değeri olarak, daha başlangıçta, bütün öteki metalar ile ilişkisi bakımından değerlendirilmekteydi. Ama bu ilişki, düşüncede var olan kuramsal bir ilişkiydi. Bu ilişki, ancak değişim süreci içinde belirir. Öte yandan, onu üretmek için harekete getirilen belirli bir emek zamanı miktarını içerdiği ölçüde ve böylelikle somutlaşmış emek zamanı olduğunda meta, elbette ki değişim değeridir.

Burada kullanım değeri ve değişim değerlerinin sırasıyla özel ve genel içeriğini anlatmaktadır K. Marx. Kullanım değeri olarak mal, somut bir emek ürünüdür. Bu yanıyla da özel bir durumu anlatır. Ama, bu durumuyla bir değişim değeri olamaz. Meta olabilmesi için, ilk önce değişim değeri olmak zorundadır. Kulanım değeri yaratan emek, biçimin ve nesnenin gerektirdiği bir sürü emek türlerine bölünen somut ve öznel bir emek olmasına karşılık, değişim değeri kazanması sonrasında o, artık genel soyut ve eşit bir emektir.
 

III.
Metalar, esas olarak ikili işleve sahiptir. Bir taraftan yararlılığın nesneleri olurken, diğer taraftan da bu yararlılıkları ile dolaylı bağlantılı, bir bakıma ondan ayrı bir toplumsal değer taşıyıcısıdır. Meta olarak nitelendirilmeleri, ancak birisi fiziksel yada doğal biçim, diğeri de buna karşılık (denk değil) gelen değer biçimi olmak üzere, iki biçimde oldukları sürece mümkündür. Bunlardan birinden biri olmazsa metadan söz edilemez. Bir yararlılık içermeyen herhangi bir nesne meta olamaz. Aynı şekilde, yararlı olsa bile, bunun karşılında bir değere sahip olmayanlar meta olamaz.

Metaların kaynağı onun yararlı oluşu veya bir başka nedenle kaynaklanan değişim değerine sahip nesneler olduğunu biliyoruz. Öyleyse, artık şimdi yeniden, değerin bize ilk kez yüzünü gösterdiği bu biçime dönmek gerekiyor.

Değer, bir yanıyla belli bir zenginlik, varlık, yada her neyse, bir olguyu belirttiği gibi, aynı zamanda da bir değişimi belirtmektedir. Değişim olmadan değerin olması anlamsızdır. Mutlaka bir varlık, bir zenginlik, yada her neyse, olmalıdır. Ama, bunların olmasının anlamı da değişim için olmalarıdır. Bu ikili durum, birbirleri için zorunludur. Biri olmazsa, diğeri olmaz. Birinin varlığı, diğerinin varlığını gerektirir. Bir başka tanımlama ile anlatılmak istendiğinde, değer, aynı zamanda değişimdir. Belli bir faz farkı ile. İlk önce değer olacak, sonra da değişim.

İnsanların ilk varoluşundan bu yana, topluluk içinde yaşamaları, onların oluşumu, tarihleri ile eşzamanlı bir olgu olsa gerek. İnsan ile toplumu ayırmak olanaksız. Kuşkusuz, hayvanlar için de geçerli bir olgu bu. Ama, insanlar için daha bir anlamı var toplumsal olmanın. Böylelikle insan, kendini tamamlayan bir kişiliğe de bürünmüş oluyor gerçekte. İnsan tarihinin yazılı tarih ile başladığı söylenir. Gerçekte, yazı, bir toplumsal eylemdir. Öyleyse, insan tarihini, onun toplumsal olmasına kadar geri getirmek yanlış olmaz.

İnsan yaşamında toplumsal olmanın bir ileri adımı, farklı topluluklar arasında ilişkiye girmektir. Antik böylelikle toplum biçiminde örgütlenmiş insan topluluklarının meşrulaşması söz konusu olacaktır. Bir başka deyişle, bir başka insan topluluğu, o topluma bir olgu olarak yaklaşacak, rastlantısal bir birliktelik olarak yorumlamayacak, ama onu belli bir bütünlüğü ve yapısı olan bir örgütlü biçim olarak algılayacaktır. Bu algılama eylemi, en somut biçimiyle, iki insan toplulukları arasında takas biçiminde yapılacak mal alışverişi ile kendini gösterecektir.

K. Marx, daha ilk çalışması olan El Yazmaları’nda, feodal toplumdan Kapitalist topluma geçişin en belirleyici özelliğinin, toprağın tümüyle özel mülkiyet içine çekilmesi ve meta olması ile, canlı insanın ölü maddenin tam egemenliği altına girmesi ile gerçekleşmiş olduğunu söyler. Öyleyse, Kapitalist ilişkilerin temelinde meta vardır. Gerçekten de bu ilk çalışmasından çok sonra da aynı yargıya varacak ve Kapitalist üretim ilişkilerinin temelinde, nesnel hayatın üretiminin, bir başka deyişle meta üretiminin olduğunu söyleyecek ve çalışmalarını bu temele oturtacaktır. K. Marxist değer kuramı, gerçekte ürünlerin Kapitalist ilişkiler içinde aldığı değişim değerinin, yada metanın incelenmesidir. Bu ikisi, birbirinden ayrılamaz. Bu demektir ki, tüm Kapitalist ilişkilerinin belirlenmesinde değer kuramı bu nedenle çok önemlidir.

Yukarıda anlatılanlar, bir metanın değeri olarak onun piyasaya sunulmasına kadar almış olduğu çeşitli biçimleri özetlemektedir. Değer yasasını eleştirenler, K. Marx’ın ortaya attığı bu çok çeşitli görüşler nedeniyle bir kavram karmaşasına düştüğünü söylüyorlar. Bunlara göre, K. Marx’ın değer, değişim değeri, kullanım değeri, piyasa değeri gibi farklı terminoloji kullanmasında temel olan, bu konudaki yapay ve geçersiz ayrımdan öte bir şey değildir. Oysa, salt bu şekilde yaklaşarak değerlendirme yapmak, açıktır ki bir karalama çabasından öteye gidemez. K. Marx, değer kavramının evrensel ve öznel, bir başka deyişle meta olan biçimini incelemiştir. Metanın Kapitalist işleyiş içinde girdiği tüm ilişkileri ele almış, incelemiştir. Bu konuda en son yapılacak eleştiri de K. Marx’ın bu konuda kavram kargaşası içine girmiş olduğudur.
 
_________________

[1] Bu konuda K. Marks’ın Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi içinde getirdiği uyarılar dikkate alınarak.

[2] A. Nove, Uygulanabilir bir Sosyalizmin İktisadı, Belge Yay., s 54.

[3] Aristoteles, De Republica, Birinci Kitap, Bölüm IX (I.Bekkeri, Oxonii, 1837 yayını [Opera c.X. s. 13]

[4] A. Nove, Uygulanabilir bir Sosyalizmin İktisadı, Belge Yay., s 57.

[5] a.g.e., s 63.

[6] a.g.e., s 96.

[7] a.g.e., s 58