BÖLÜM IV

Değerin ölçülmesi (fiyatlandırma)

Daha önce de üzerinde duruldu. K. Marx’ın kuramsal çalışmaları büyük ölçüde soyutlama yöntemine temellendirilişti. Gerçekte çalışmalarında ağırlıklı olarak somut örnekler yer almaktadır, ama bu durum, onun soyut modeli iskeleti içine yerleştirilmiştir ve bu onun soyutlama düzeyini zedelemez. Yine de bu soyutlama, kısa vadeli ve tekdüze karın azamileştirilmesi amacını içeren düşünce biçimi için yeteri ölçüde karmaşıktır. Öte yandan elle tutulur ve işe yaramaz görülen bu yaklaşımın Marksizm’in belli şablonları peşinde olanlar için de bir hayal kırıklığı yaratmakta gecikmediğini belirtmek gerekiyor.

Marksizm’in ezeli karşıtlarının sık sık başvurduğu suçlamaların başında, sosyalizme özgün bir Marksist ekonomi politiğin olmadığı gelir.[1] Buna sosyalist planlama uygulamalarında, malların fiyatlanması sorununun yaşanması kanıt olarak gösterilmektedir. Güya Marksist değer kuramı sosyalist ekonomi politika açısından bakıldığında pratik uygulamalar açısından somut bir yararı olmamıştır.

Marksizm’e yöneltilen eleştiriler evrensel nitelik taşıyan Marksist değer kuramı üzerine yoğunlaşır. Gerekçe olarak malların değerlenme süreci ile bağlantılı olarak getirilen açıklamaların merkezi planlamanın temel eksikliği olduğu gösterilir. Marksist görüşün aksine, fiyatların malın içerdiği emek maliyeti esasında değil, ama piyasa koşullarında ortaya çıkan arz ve talebin dengede durduğu nokta olması gerektiği, bu nedenle de bir ekonomik planlama yapılacaksa, bu kapsamda şu ya da bu biçimde piyasanı ilişkilerine yer verilmesi gerektiği söylenir.

Kendisine yöneltilen eleştirileri kesinlikle hak etmiyor olsa bile, temelde Marksist değer olgusuna dayalı fiyatlandırma sorununun yaşandığı bir gerçektir. Ama bunun uygulamada içinden çıkılamaz bir hal aldığı söylenemez. Uygulamada ciddi düzeyde de olsa çıkan sorunların varlığı, bu sorunların mutlaka Marksist değer yasası ile bağlantılı olduğu sonucunu doğurmaz. Sovyet planlama deneyinde, sırf bu nedenle, merkezi üretim planı yanı sıra, aynı zamanda kapsamlı para fiyat içinde dengelemeleri içeren finansman planları yapılmıştır. M. Dobb’un sözleri ile “Eğer merkezi planlama ile pazara bağlı olmaksızın tek bir işletme gibi doğrudan doğruya üretim zinciri oluşturarak ve ekonominin çeşitli bölümlerinin davranışlarında eşgüdüm sağlamakla üretimin doğrudan doğruya planlanmasında böylesine başarı elde edilmişse, planlama için neden bir üst finansman yapısına gereksinim duyulur?”[2] Kuşkusuz, merkezi planlama uygulaması, sonuçta ideolojik bir seçimi simgeler; ama yine de bu bir teknik konudur ve bu teknik uygulama içinde bir takım araçlar kullanılacaktır. Bir yerden başlamak gerekirdi ve bunun için geleneksel yapıda da olsa çeşitli yöntemler ve hesaplamalara gereksinim olacaktı. Bunun para ve fiyatlar (değerlendirme) gibi geleneksel, ama kapitalist sisteme özgü de olsa bir takım teknik araçlar kullanıldı. Doğallıkla burada para sorunu, bir referans bazında ve teknik bir araçlar niteliğinde. Açıktır ki, burada parasal değerlerle fiyatlama, geleneksel olarak karın elde edilmesinde bir aracı olmaktan çok planlama için bir birim oluşturma bazında ve teknik bir araç olarak alınmıştır.

Ama geleneksel araçların alternatifi var gibi görünmektedir ve bunlar belki de değerlendirilebilirdi ya da en azından belli bir süre sonrasında bu geleneksel araçların terk edilmesi yoluna gidilebilirdi.

Para konusunda çoğu zaman zorlamalı nitelikte birçok tartışma yapılmıştır. Bunların en ilginç olanlarının başında, Savaş Ekonomisi uygulaması döneminde Sovyetler Birliği’nde yaşanır. 1918’in ikinci yarısında patlak veren iç savaş, ülkeyi tümüyle bir ödeme bunalımına sokmuştu. Bolşevik hükümetin bütçe harcamalarını karşılamak amacıyla para basmanın dışında bir başka seçeneği yoktu. Bu durum, düşen üretimin de etkisiyle, kısa süre içinde fiyat artışlarının olağanüstü boyutlara varmasına yol açtı. Fiyatlar arttıkça, hükümet daha fazla miktarda para basma yoluna gidiyordu. Bu 1919 yılı boyunca sürdü. 1920 yılına gelindiğinde, yeni para basımı da olsa, olağan piyasa koşullarında para basımı ile en temel gereksinimleri karşılamak olanaksız duruma gelmişti. 1920 sonlarında paranın değeri, 1917 yılına göre yüz kat düşmüştü. Bu koşullar altında adı geçen kaynaklara ulaşmanın tek yolu vardı; o da zor alımdı.

Savaş ekonomisi gibi, Sovyetler Birliği’nin kuruluş yıllarındaki geçirdiği deneyler, ileride kısaca ele alınacak. Ama burada şu kadarını söylemek yeterli: kuruluş dönemlerinde olayların gelişimi çok hızlıydı. Devrim, iç savaş, savaş ekonomisi, yeni politik uygulamalar ve merkezi planlı ekonomiye geçiş. Bu hızlı gelişme içinde her şey bir zorunluluk olarak ortaya çıktı ve gelişti. Parti öncüleri, başta V.I. Lenin olmak üzere, bu olayların üstesinden gelmek, onun önüne geçmek için olağanüstü çaba gösterdiler. Ama yapılabilenler bir karşı tepkiden öteye gidemezdi elbette.

Devrim ile birlikte yeni hükümet, savaş içinde tam bir çöküş halinde ülke devralmıştı. Daha soluklanmadan iç savaş başladı ve bu koşullar altında kısa sürede savaş ekonomisi koşulları dayatması ile karşı karşıya kalındı. Daha önce de üzerinde durulmuştu: Bu koşullarda zorunlu olarak ortaya çıkan takas ekonomisi, bazılarınca Pazar anarşisine dayalı ekonomiye göre daha üstündü. Oysa değişim aracı olarak fiyatların ortadan kalkması, ancak üretim güçlerinin çok daha yüksek bir gelişme düzeyine karşılık gelen bir durumdu. Öte yandan buna verilecek bir başka yanıt daha vardı: K. Marx’ın sosyalizmin ilk aşaması olarak tanımladığı koşullarda herkes emeğine göre ödeme yapılması temel alınmaktaydı. Bunun gerçekleştirilmesi için para ile ödenen ücret uygulaması kaçınılmazdı.

Savaş ekonomisi yeni toplumun öncülerinin önüne birden bire hiç beklemedikleri bir anda çıkmıştı. Bunun gibi, bu koşulların getirdiği zorunlu koşullar da kendi istemlerinin dışında gelişmekteydi. Bu dönemde yapılan yaygın devletleştirmeler, bu tür kuruluşların yönetimi sorununu gündeme getirmişti. Bu konuda sosyalizme geçiş sorununu bünyesinde barındıran Sovyet deneyimini bir dönüm noktasına getiren sendikal sorunlara yol açtı ve tarafları nihai yol ayrımına getirdi. Bu arada da uygulanmakta olan savaş ekonomisi kırsal kesimde sınıf karşıtlıklarını şiddetlendirmekteydi. Ülke, yaygın bir köylülük temeline kuruluydu. Proletarya devletinin dünya çapındaki yalnızlığının yanı sıra, bir de ulusal düzeyde yalnız kalma tehlikesi vardı. Bu yalnızlıktan kurtulma çabaları ile girişilen ittifak arayışları, zorunlu olarak köylülerle işbirliğini ve yine zorunlu olarak yeni ekonomik politika uygulamasına geçilmesini zorunlu kıldı. Böylelikle Pazar ilişkilerinin egemen olduğu ekonomiye geçildi.

İlk beş yıllık plan uygulamasına geçildiği yıllara kadar olan gelişmeler, bu dönem sonunda planlı uygulamaya aktarılan deneyimlerin gösterdiği kesin bir olgu vardı. Bunu daha iyi anlayabilmek için, K. Marx’ın Alman İdeolojisi içinde üzerinde durduğu bir hususu hatırlamak gerekiyor. K. Marx, bu eserinde, üretim araçları mülkiyetini ele alır ve bunun kaldırılmasının zorunluluğu, koşulu ve sonuçlarını değerlendirir. K. Marx, üretim araçlarında özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ile artık meta üretiminin ve sonuç olarak kapitalist değer ve fiyatlama olgusunu tümüyle ortadan kaldıracağını söyler.[3] Gerçekten de bu öngörüden hareketle Sovyet deneyinde kuruluş ile birlikte ilk önce bilinçli olarak ölçülü ve dar kapsamlı, ama daha sonra işçi sınıfı hareketinin kendi inisiyatifi doğrultusunda kaçınılmaz olarak tüm sanayi kesimini kapsayan geniş bir devletleştirme gerçekleştirilmiş ve bunun sonucunda üretim araçlarında özel mülkiyet ortadan kaldırılmıştı. Planlı uygulamaya geçilir geçilmez ekonomik hedeflerin belirlenmesinde, yatırım kararlarının alınmasında ve kısaca ekonomik amaçların biçimlendirilmesinde artı değer elde edilmesinin belirleyici etmen olduğu değerlendirme yönteminin, yeni fiyatlar ile belirlenen değerlendirme anlayışını terk edilmiş olması ile artık fiyat olgusu, eski işlevini tümüyle yitirmişti. Gerçi, eksi dönemden gelen fiyat kategorisi, planlı da olsa ekonomide terk edilmiş değildi. Ama ekonomik plan uygulaması kapsamında üretim programları ile birlikte yine fiyat kategorisinin kullanılması ile yapılan finansman planlarının asıl amacı, üretim programlarına ilişkin maliyet hesaplamalarının yapılmasıydı, o kadar. Bu şekilde fiyat kullanılarak yapılan değerlendirme, nesnel ve somut anlamda, bir başka deyişle, o malın üretimi için harcanan emek zamanına dayalı maliyet temeline göre yapılmaktaydı. Harcamalar, bir tarafta ücretler, diğer tarafta da hammadde ve benzeri giderlerdir. Harcama kalemini oluşturan her iki grupta da birinde ücret, diğerinde hammadde ve benzeri diğer harcamaların fiyat ve miktarlarının toplamları yer alır. Buraya kadar değişen bir şey yok. Ama farklı olan, bu fiyatların belirlenmesinde kullanılan yöntemdir. Bu fiyatın belirlenmesi, artık yeni toplumdaki yeni ekonomik işleyiş esasına göre, eskisinden farklı biçimde yapılmaktadır. Kuşkusuz, içinde eski toplumdan kesin bir kopuşun belli bir zaman gerektiren süreç olması ve bundan kaynaklanan çok büyük sakıncalar ve eksikliklerle birlikte. Çok önemli olmasına karşın, uzunca süre bu sürecin tamamlanamamasından kaynaklanan sıkıntıların yaşanması ile birlikte.

Kategori olarak fiyat bir yana, kapitalist toplumun temel ayracını oluşturan kar bile varlığını sürdürmektedir. Kuşkusuz, yine çok farklı bir biçimde. Kar kavramının burada üretim araçları mülkiyetinde kesin bir dönüşümün sağlanması ile artık kapitalist özünden tümüyle sıyrılmış olduğunu söylemek bile gereksiz. Ama bir artı kazanç, bir ekonomik olarak varlığını koruyor. Örneğin, yapılan ekonomik planlar gereği her işletme, kendisine plan doğrultusunda verilen üretim programlarına göre finansal planlar da hazırlayacak, yapılan harcamalara bir işletme karı ekleyecektir. Burada fiyat olgusu için olmasa bile, kar olgusu için, K. Marx’ın geçiş toplumu ile komünist toplum için yaptığı tanımlamaya bir benzetme yapılabilir. Bağımsız birimler olan her işletmenin faaliyeti, henüz onun topluma kattığı ilave değerler ölçüsünde ödüllendirmenin yeterli olmadığı, toplumsal bilincin bu ölçüde zenginleşmediği geçiş döneminde, o işletmenin çalışmalarına belli bir kar payı katkısı kaçınılmaz olmaktadır.

Sovyet deneyinde, bazılarının ileri sürdüğü gibi, Marksist değer kavramı ile ilgili herhangi bir sorunla karşılaşılmadı. Bu uygulama, iddia edildiğinin aksine, ürünlerin gerçek değerlerini yansıtıyordu. Ama yine de sorun tamı tamına burada, ama çok daha farklı gerekçeler ve uygulamalar nedeniyle ortaya çıkacaktı.

Fiyatın Yeni İşlevi

Sosyalist ülkelerde, tarım dışındaki fiyatların hemen hemen tümü, toptan fiyat diye anılan bir temel fiyata dayanır.[15] Bu fiyatın belirlenmesi, tam olarak Marksist değer kuramına temellendirilir. Bu bir eşitlik olarak P = c + v + r ( c + v) biçiminde tanımlanır. Burada c ve v, sırasıyla sabit ve bileşik sermayedir. r ise, işletme için belirlenmiş bir kar oranıdır. Yine sabit sermaye olarak hammadde ve üretim araçlarının aşınma payı payları vardır. Değişken sermaye olarak sanayi için ücretler alınır. Kar oranı olarak, o sanayi kolunda ortalama olarak birim ürüne düşen maliyet içine yansıtılır.


Yukarıda verilen eşitlik, Marksist değer kuramına uygundur. Sovyet ekonomistlerinin burada tek tek fiyatı belirleyen olguların nasıl değerlendirileceği üzerinde uzun uzadıya durmuştur. Bu fiyat sınıfları bazında gerçekleştirilir. Buna göre, toplumsal bakımdan gerekli iş zamanı ile tanımlanan değerler (ürünlerin ve işgücünün değeri ile artı değer) ve değerlerin piyasaya yansımış görüntüleri olar fiyat sınıfları (mal fiyatları, ücret ve kar) birbirinden ayrılır. K. Marx, değerlerin fiyatlara dönüşme işleyişini kapitalist ekonomiler için çözümlemiştir, bu dönüşümün sosyalist bir ekonomide nasıl oluştuğu, özellikle Sovyet ekonomistlerini çok fazla meşgul etmiştir.[4]

Sovyetler’de ilk işletme bazında muhasebe ilkesinin getirilmiş olmasına karşın, fiyat konusunda geleneksel bir soğukluk ve ağırdan alma söz konusudur.[5] Kapsamlı bir fiyat çalışması yapılmak istenmiş, zaman zaman bu konuda bazı girişimler de yapılmış olmasına karşın, tüm fiyatları belirleyecek bir düzenleme bir türlü gerçekleştirilmemişti.

Bunun yapılamaması üzerinde durmak gerek. Bunun çeşitli nedenleri olabilir. Teknolojik gelişmelerin hızlanması, bir taraftan üretim süreçlerinde temelli değişikliklere yol açıyor ve bunun sonucunda da bu yeniliklerin sanayiye yansıtılması ile üretimin maliyet bileşimi değişebiliyordu. Çok çeşitli sanayi ürünlerinde sık sık ortaya çıkan bu değişikliklerin sanayiye yansıması sonucu maliyet bileşimleri sürekli değişebiliyordu. Her ne şekilde olduysa, yeni ekonomik politika uygulaması döneminde yukarıda verilen eşitlikte tanımlanan fiyatlandırmada esasa dokunulmaksızın kısmi düzenlemelerle yetinildi. Bu düzenlemeler, kimi zaman bağımsız ve birbirinden kopuk kararlar niteliğinde olabiliyordu. Bu fiyat düzenlemeleri, belirli dengeleme düzenlemeleri nedeniyle zorunlu olarak yapılmak durumunda kalınıyordu. Bütün bunlar, fiyatların bir ekonomik hesaplama aracı olarak kullanılmalarını giderek güçleştiriyordu.

Dengeleme amacıyla yapılan fiyat ayarlamaları artık sosyalist toplum içinde fiyatların bir araç olarak kullanılması olasılığını da iyice zayıflatmıştı. Bu nedenle de ister istemez parasal dengelere bakılarak yatırım kararları alınması ya da üretim planlarının yapılması sakıncalı duruma gelmişti. Sonuçta, en başta benimsenmiş olan işletme muhasebesinin temel işlevinin yerine getirilememesi sonucu ortaya çıkmıştı.

Marksist değer kuralına temellendirilerek belirlenen fiyat uygulamasının tüm sosyalist ülkelerdeki bu istenmeyen sonucu nedeniyle yaygın bir tartışma başlatıldı. Bu tartışmaların ortaya atılması sorunun çözümü için bir fırsat olabilirdi. Ancak tartışmalar, kuşkusuz çok kapsamlı konu üzerinde olması gerektiği kadar ayrıntılara ve teknik temele inemedi.

Yukarıda da sözü edildi. Fiyatlama olgusunun bir diyalektiği var. Bir yanıyla ekonomide çok önemli denetleme aracı olarak kullanılabiliyor. Toplumsal karşılıkları olan birçok konuda fiyat olgusunu her iki yönde, azalma ve çoğalma biçiminde kullanarak bu tür yararların hayata geçirilmesi ya da zararlı olarak değerlendirilen bazı gelişmelerin denetim altına alınması olasıdır. Temel gereksinim ürünlerinin fiyat denetimi ile halkın geçim sorunu çözümlenebilir. Kuşkusuz, toplumun bunu yapabilecek güçte ve yapıda olması kesin bir ön koşuldur. Fiyat konusu, bu anlamda bir üst yapı olgusu olarak değerlendirilebilir. Ama aynı zamanda fiyat, bir ülkenin ekonomik kaynaklarını kullanma, harcama aracı olma nedeniyle de teknik bir içeriğe sahiptir.

Fiyat, metada gerçekleşen emeğin para adıdır. İşte, bu biçimde tanımlanan emeğin ölçülmesi ve fiyat olarak tanımlanmasında bir dizi teknik kurallar bulunmaktadır. Öyle ise, fiyat konusunda yapılacak uygulamaların, denetlemelerin ve her türden kararların, onun bu teknik içeriği göz önüne alınarak yürürlüğe sokulması gerekmektedir.

Fiyatlama İçin Üç Yöntem

Bu tartışmalar arasında, C. Bettelheim’in aktardığı kadarıyla, üç fiyatlama biçimi üzerinde duruldu. Bunlardan ilki, Marksist değer kuramı üzerine temellendirilmiş fiyatlama biçimiydi ki, gerçekte bu, o zamana kadar uygulana gelen fiyatlama yöntemiydi. Uygulamada bu biçimde fiyat belirleme, parasal maliyetlere dayalı olması ile gerçek durumu tam olarak yansıtmıyordu. Ayrıca, yasal olarak kabul görmüş bu uygulama, birçok ayrıcalıklı durumları da içermekteydi. Belli konularda tüketimi desteklenen ya da engellenmek istenen ürünlerin fiyatları değiştirilmekteydi. Bu uygulama için en tipik örnek, üretim araçlarıydı. Bunların kullanımının yaygınlaştırılması için fiyatlar düşük tutulmaktaydı. Gerçekte bu tutarlı bir uygulamaydı, ama üretimde girdi oluşturması ile ürünlerin fiyatlarının doğru olarak belirlenmesinde bu bir engel oluşturmaktaydı.

İkinci görüş, ortalama maliyetler olarak tanımlanabilecek bir dizi fiyat düzenlemeleri ile değer kuramı üzerine temellendirilmiş fiyat ayarlaması temeline dayanmaktaydı. Genel olarak girdi maliyetleri ve işletme karlılıklarını yansıtmaya çalışan bu tür fiyatlama önceleri yaygın olarak kullanılmaktaydı. Ancak zamanla bu uygulamanın sakıncaları ortaya çıktığından fiyatların yeniden düzenlenmesi hususu gündeme gelmişti.

Son olarak üzerinde durulan fiyatlama yöntemi de, K. Marx’ın Kapital ‘in üçüncü cildinde anlatılan üretim fiyatları temeline dayanan üretim fiyatları uygulamasıydı. Buna göre, fiyatların belirlenmesinde önemli olan yalnızca o ürün ile ilgili bireysel değil, ama toplumsal masraflardır. Böylece fiyatlar üzerinde toplumsal maliyetlerin yansıtılması ile üretim güçlerinin geliştirilmesine yönelik bir muhasebeleştirme olası görünmektedir.

Değer üzerine kurulu birinci fiyatlama yönteminde, bir ürünün üretimindeki parasal maliyetlere, üretken emeğin girdisine karşılık gelen bir safi gelir eklenerek fiyat belirlenir. Hatırlanacağı gibi, fiyat üzerinde tartışmalar, genel bir yeniden belirleme önerisi üzerine başlatılmıştı. Bu değer yasasına ilişkin sakıncaların başında, fiyat değişikliklerinin aynı zamanda hesaplanması gerekliliğidir. Milyonlarca ürün üzerinde aynı anda değişiklik yapılması oldukça zor olacaktı ve bu sakınca, temelde en sağlıklı görünen bu yaklaşımın uygulanabilirliğini ortadan kaldırmaktaydı.[6] Öte yandan ortalama maliyetlere dayalı ikinci yaklaşımda, uygulamada az çok etkili olan fiili fiyatlara dayalı bir sistemi içermektedir. Birçok sosyalist ülkede kullanılan bu yöntemin temelinde, ne denli gerçek ya da abartılmış olursa olsun, doğrudan bir ürünün üretilmesi için yapılan harcamalar vardır. Dolaysı ile harcamaların toplumsal karşılıkları olarak ne denli gerçek olduğu soruşturulmamaktadır. Kullanılışındaki basitlik ve kolaylık nedeniyle yaygın bir uygulama alanı bulmuş olan bu yöntem, gerçekte oldukça anlamsız sonuçlar vermektedir. Örneğin, ortalama maliyet uygulaması ile organik bileşimi düşük olan bir sanayi kolunda, bir malın üretilmesi için normalden daha fazla harcama yapılmış olacağından, bu tür sanayi kollarının ürünlerini pahalılaştırır. Öte yandan organik bileşimi yüksek olan ağır sanayi gibi alanlarda ürünlerin fiyatlarını düşürür. Üretim fiyatları üzerine temellendirilmek istenen üçüncü görüşe göre, bir ürünün fiyatının belirlenmesinde salt onun üretimi için harcanan tekil maliyetler değil, ama belirli yöntemlerle nicelleştirilebilen ve muhasebeleştirilebilen alternatif toplumsal maliyetlerin göz önünde bulundurulması gerekir. Bir kesime yapılan bir yatırım, diğer alanlara yatırım yapılmasını engelleyici bir etki yapar. Bunun da bir maliyeti olmalıdır. Genel kural olarak, eğer maliyetlerin eş zamanlı bir hesabı yapılmazsa, çeşitli üretimlerin bireysel harcamalarının en aza ildirilmesi, onların toplumsal maliyetlerinin azaltılmasını sağlamaz. Çünkü bazı ürünlerin bireysel maliyetlerini indirerek, hiç değişse üretici güçlerin belirli bir toplumsallaşma derecesinden sonra, başka ürünlerin bireysel maliyetinde bir yükselişe yol açılmış olur.

Fiyatlamada Yaşanan Güçlükler

İster değer kuramına dayalı olsun, isterse bir başka biçimde olsun, merkezi düzeyde yapılacak olan bir fiyatlama işlevinin belli bir modele dayandırılması kaçılmazdı. Çoğu zaman da matematiksel yöntemler kullanılan bu modelleme ile oluşturulan fiyatlama düzeni, belli uygulamalar açısından yeterli bilgileri içermeyebiliyordu. O zaman karşılaşılan güçlüklerin çözümlenmesi gerekecekti. Bir ekonomik sistem içinde, her ne biçimde olursa olsun, bir fiyat düzeni olmalıydı. Sonuçta tüm toplumsal gereksinimlerin karşılanması, en azından daha da üst örgütlenme düzeyine geçilmesine dek parasal rakamlarla betimlenen fiyat temeline dayanıyordu ve bu fiyat düzeninin de öznellikten uzak, belli toplumsal maliyetleri karşılayan ve onun adım adım daha da ileri götüren bin temel oluşturmalıydı.


Bu konuda karşılaşılan devasa sorunlar ve çözüm önerileri, gerçekte sosyalist ekonomiler için tipik niteliktedir ve kuram ile uygulama arasındaki ilişkilerin düzeyini yansıtması açısından öğreticidir. Belli bir model ile oluşturulan fiyatlar, kimi zaman çok düşük ya da çok yüksek çıkabilir. Fiyatların ortalama gelir düzeyine kıyasla yüksek çıktığı koşullarda çözümün nasıl bulunacağı uzun uzun tartışılmış, kimi zaman fiyatlar indirilmiş ve kimi zaman üretim planları değiştirilmiştir. Bu arada zaman zaman toplumsal olarak gerekli görülen ve genellikle üretim aracı niteliğinde ve ileri bir tekniği içeren, ama fiyatı yüksek olan bir ürünün salt bu nedenle işletmeler tarafından satın alınmasında isteksizce davranılmıştır. Bu arada, aynı üretim kolunda çalışmakta olan işletmeler arasında çok farklı fiyat saptaması ortaya çıktığı görülür. Kimi zaman, farklı kalitede olan aynı tür malın fiyatlarında bu kalite farklılığını yansıtacak bir temel belirlemek mümkün olamamıştır. Çünkü Marksist değer yasası, fiyatlamada temeli oluşturmakta, ama ayrıntıların somut koşullara göre işlenmesi gerekmektedir.
 

Yukarıda verilen örneklerde, farklı yaklaşımlar ile yapılan uygulamalar birbirine tümüyle karşıt nitelikte sonuçlar verebilecekti ve gerçekte de uygulamalarda böyle durumlarla sıklıkla karşılaşılmıştır. Modellerin ortaya koyduğu fiyat düzeni ile ilgili çıkan aksaklıkların düzenlenmesinde akla gelebilecek her türlü yöntem denenmiş ve uygulamaya sokulmuştu. Ama görüldüğü gibi, model uygulamaların çok yönlü etkiler altında oluşan değer kuramını enine boyuna çözümleyecek ayrıntıları içeren yapıda kurulamamış olduğu da bir gerçekti.

Marksist değer kuramı sosyalist ülkelerde üretim faaliyetlerinin planlaması ve uygulamasında kullanıldı, ama bu elbette aralarında temel nitelikte olan ve göz ardı edilemeyecek ciddi sorunların ortaya çıkmadığı anlamını da taşımaz. Kaldı ki, uygulamada karşılaşılan sorunların önemli bir kısmı da, ekonomik olmaktan ziyade, çok çeşitli toplumsal düzenleme ve önlemler için ekonomik yöntemlerin bir araç olarak kullanılması ile bağlantılıdır. Bilindiği gibi, değer ve fiyat ilişkisi, böyle bir müdahale durumunda ciddi biçimde sapmakta; bu durum, gerçekte geriye doğru yansıyarak üretim faaliyetlerinin mevcut kaynaklara göre planlanmasını ciddi etkide zedelediği gibi, çok bilinmeyenli ekonomik planlama denklemi içine yeni bilinmeyenleri eklemektedir. Kaldı ki, fiyat ayarlamaları olarak gözlemlenen bu uygulamalar, merkezi ekonomilerde çok daha etkin ve kapsamlı bir biçimde uygulanabilir nitelik kazanmaktadır ve uygulamada da sıklıkla bu yola başvurulmuştur. Kuskusuz, merkezi düzeyde yöneltilen ve kendi işleyişi dışında bir irade ile öngörülen temel çerçeveye yapılan bu tür yararlı ama sapma niteliğindeki müdahalelerin değer yasası ile herhangi bir ilişkisi olamaz. Fiyat ayarlamalarının toplumda belirli kesim ve tabakalar yararına kolaylıklar sağlanması amacıyla yürürlüğe konması ile fiyat oluşumu olgularının birbirleri ile karıştırılmaması gerekiyor.

Çoğu zaman bunun açıklıkla kabul edilmesi gereken bir husus olduğu ortada olmasına karşın, yapılan fiyat ayarlamalarının değer yasasının uygulaması ile bağlantılı ele alınmakta ve eleştiri konusu yapılmaktadır. Kimi zaman da, belirli ürünlerde tüketimin teşviki doğrultusunda fiyat indirimi uygulamasının değer yasası işleyişini tümüyle alt üst ettiği söylenmektedir. Bu doğrudur; ancak burada hedef alınması gereken fiyat ayarlamalarını yapanlar değil, ama destekleme uygulamalarını fiyat indirimi biçimde kolaycı ama pek tutarlı olmayan bir yöntem kullanarak yürürlüğe sokanlardır. Kuşkusuz, aynı ürünün hem üretim, hem de tüketim için kullanılması mümkündür. Böyle olduğunda, fiyat ayarlamanın etkisi zinciri daha da uzayabilmektedir. Bu da değer yasası temelinde belirlenmiş fiyatlama sisteminin alt üst oluşuna yol açmaktadır.

Ama ne var ki, toplumda siyasi kesimler genellikle daha fazla söz sahibi olabilmekteler ve bu da teknisyenlerin üstesinden gelmeleri gereken bir başka güçlük olarak ortaya çıkmaktadır.

___________
[1] L. Althusser, şunları söyler: “K. Marx için ne özgün bir Marksist devlet kuramı, ne de devrimci örgütlenme biçimleri kuramı olmadığını söylüyorsalar da, bana kalırsa, K. Marx’ın asıl Marksist ekonomi politikası olmadığını öne süreceğim”. L. Althusser, “Devlet ve Devletin İdeolojik Aygıtları”, Birikim Yay., s. 53.


[2] Mourice Dobb, 1917’den Bu Yana Sovyet Ekonomisinin Gelişimi”, S. 346.


[3] “Üretici güçlerin bütününün birleşmiş bireyler tarafından mülk edinilmesi ile, özel mülkiyet tümüyle ortadan kaldırılmış olur.” K. Marx, Alman İdeolojisi, Sol Yay., Eylül 1976, s. 127.


[4] Korkut Boratav, Sosyalist Planlamada Gelişmeler, Savaş Yay. Ank, 1982, s. 144.
 
[5] K. Boratav, a.g.e.


[6] C. Bettelheim, 1950’li yıllarda bile bu konuda yapılan ilk çalışmaların olduğu gibi kabul edildiğinden söz eder. 1970'lı yıllara gelindiğinde, NEP ekonomisinden kalan fiyatların değişmemiş olarak kaldığı gözlenir.


[7] Ancak günümüzün gelişmiş bilgisayar teknolojileri bunu mümkün kılmaktadır. Bunun için, bkz: Allin Cottrell and W. Paul Cockshott, Socialist Planning after the Collapse of the Soviet Union,Department of Economics, Wake Forest University, Box 7505, Winston-Salem, NC 27109, USA, ve Department of Computer Science, Strathclyde University, Glasgow G1 1XH, UK. Cottrell ve Cockshott, günümüzde geliştirilen yöntemlerin sosyalist toplumlarda ekonomik planlama uygulamalarında karşılaşılan teknik sorunları rahatlıkla çözebilecek düzeyde olduğuna işaret etmekteler. Geri